Ana içeriğe atla
 MÜZİK - TOPLUM - BİREY*
Vural YILDIRIM

Giriş
Konumuz müzik; çok önemli bir olgu olmalı ki her yıl onu irdelemek için çeşitli oturumlarda sempozyumlarda bir araya geliniyor ve tartışılıyor.

-Müziği bu kadar önemli yapan nedir?
-Üzerinde önemle duruluyor ve konuşuluyorsa, tezler yazılıyorsa neden hala bir ''ilerleme'', ''düzelme'' yok?
-Yıllardır konuşulanlar acaba boşuna mı?

Soruları ve sorunları artırabilir, çözüm önerilerini sıralayabiliriz. Nitekim yıllardır böyle yapılıyor. Neden hala bir şeyler yolunda gitmiyor?

Müziğin sorunlarını irdelediğimizde karşımıza iki önemli nokta çıkıyor; birincisi toplum bilimsel olgu olarak müziği göremememiz, ikincisi buna bağlı olarak bakış açısında muğlak oluşumuzdur.

Müziği yalnızca düzenli sesler, eğlence, ritüel vb. olayların aracı diye düşünürsek baştan yanılmış oluruz. Onu kültürün içinden alıp izole ederek tanımlamaya çalışmak, denizsiz balığı anlatmaya benzer.

Müzikbilim
Müzik sosyal olgu ve kültür bağımlı bir sanat alanıdır. Sanat alanı olmasına rağmen toplumsal bağı nedeniyle aynı zamanda bilimdir. Müziğin sanat ve bilim oluşu yönelimlerimizde ikircikliğe neden olur ve objektif eğitimli olunabildiği gibi sübjektif eğitimli de olmak söz konusudur.

Subjektif eğitimli olarak müziğe yönelmek, müzik araştırması yapmaya çalışmak, araştırmacıyı kültürel değerlerin öznesi yapar ve yanlış saptamalara neden olur. Objektif eğitimde ise araştırmacı, kültürün nesnesi konumundadır.

Subjektif Eğilim           Objektif Eğilim
-Kültür (Müzik)           -Kültür (Müzik)
Araştırmacı Özne        Araştırmacı Nesne

Toplum içinde birey olarak bağımlılık-bağımsızlık sınırını keşfeden, bunun ayırdına varan, çelişkisini yaşayan sanatçı ve bilincidir. Bilimci olmak, özellikle sanat bilimcisi olmak başlı başına bir surundur. Bireysel yargı ve kültürel değerlerin sürekli dengede olması söz konusudur. Sanatçı ise, içinde bulunduğu toplumun değerlerine karşı savaşan, onlarla yüzleşen, bağımsızlığını verdiğini ürünle ilan eden bir konumda olmanın rahatsızlığı, aynı zamanda huzuru içindedir. İki farklı ve bağımlı uğraşı alanındaki bu insanlar, sürekli toplumla iletişim içindedirler. Bilimci yazılarıyla. müzikçi eserleriyle. Bu iletişim bazen toplum, bazen sanatçı ve bazen bilimcinin kaynak oluşu ile ikircildir. Mesajı gönderen alıcı olabilir. Alıcı kaynak olabilir. İkircil iletişim ağı yukarıdaki nedenle daireseldir.

Müziği fonksiyonel ekole göre düşünüp, anlatırsak işlevlerinden söz edebiliriz. Bunları sıralamak yalnızca zaman kaybı olur. Tanım için de aynı durum söz konusu. Müziğin o kadar çok tanımı var ki tekrar yapmanın bir anlamı yok. Son yıllarda bu tanımların dışında eklenen sıfatlar çok ilginç; ''yoz müzik'', ''kültürsüz müzik'', ''basit müzik'', ''piyasa müziği'' vb. Müziğin önüne getirilen bu sıfatların aslında müzik endüstrisi kanalıyla piyasaya sunulan, müziği meta konumuna getiren, sahibine yabancılaştıran niteliği vardır. Yabancılaşma müzik endüstrisinin gelişmesi, müziğin metalaşması ile başlayan süreçtir.

Ülkemizde 80 sonrası gelişen müzik endüstrisi varlığıyla toplumu kuşatan, bireyi yönlendiren güce sahiptir. Medya ile paralellik gösteren endüstri ona tam bağımlı olmayan konumdadır.

Müziği üreten birey, olgunlaştıran toplum ürününün sektör içinde yeniden ele alınıp sunulduğunu görünce varolan değişiklikler nedeniyle yabancılık hissetmemektedir. Özde aynı olan ürünün, biçimde farklılaşması üreten/üretenler için bir yanılsama ve iletide kopukluklara neden olmaktadır. İletide başlıca amaç iletinin alıcı tarafından eksiksiz-doğru çözülüp, anlaşılmasıdır. Müzik iletisinde kodların çözülememesi doğru örnekte sunulmaması olumsuz tepkilere neden olmaktadır. Konuya en güzel örnek; Atilla Taş'ın ''Ham Çökelek'' adlı türküyü yorumlamasının ardından yöre halkının sert tepkisi gösterilebilir. Söz konusu tepkinin nedeni, müziğin anlamı dışında anlamlandırılmasıyla ilgilidir. Bir mehter takımının herhangi bir şirket, tören ya da bayramlarda konser vermesi de anlam aktarımı uğraşıdır. Mehter müziği savaş müziğidir. Anlamlandırılması savaş ve Osmanlı kavramları ile netleşir. Günümüzde kullanım alanında ideolojik nedenler yatar. Konuyu genele yaydığımızda her ortam için herhangi müzik türünü kullanmak, müziği standartlaştırarak metaya dönüştürür. Standart müzik icra etmek amaç değ;il, yaşamın devamı için araç olur. Müzisyen üretimi ile endüstri içinde küçük çaplı işletmeye dönüşür.

Müziğin standartlaşmaya, endüstri içine girmeye yönelmesi beraberinde yabancılaşmayı doğurur. Meta olma hali sistem içinde olmayı ve sistemin yasalarına tabi olmayı gerektirir. Sanatın resmi ideolojiden uzak kendi yasaları vardır.

''Oysa hiçbir müziksel anlam ya da müzik hiçbir doğa hukuku tanımaz. Müzik aracının oluşumu, doğası, ona müzik üzerinde bir hakka, hukuka sahip olma izni vermez. Müzik toplumsal olana değil, doğal olana da kendi tarzında egemendir. ''

Genel olarak sanatın, özel olarak müziğin özelliği alternatif olması, kendi üretim sürecini bağımlı ve bağımsız belirleyebilmesidir. Metalaşan, endüstri içinde fiyatı olan eser aynı zamanda egemenlik aracına dönüşür. Yabancılaşmanın farklı odağında bulunan egemenlik aracı konumu müziği toplumdan koparak ilk evrenin tersine, toplumu yönlendirici rolü sayesinde siyasi erk zihniyetini aktarır. Tekdüze ritmli, hızlı tempolu, sözün önemsenmediği müzik ürünlerinin ortaya çıkışı bu nedenlere dayanır. Standart müzik kanalı sözel yapıda kısırdır. Sözsüz müzikte metafizik alana kaymak kolaydır. Sözlü müzik de iletide nettir. Söz toplumu anlamını gösterdiği gibi, topluma anlamlar, iletiler gönderebilir. Görüldüğü gibi bıçak sırtı alana en uygun örnek müzik; özellikle de sözlü müzik.

Sonuç
Müziğe birçok düşünür değinerek toplum içindeki işlevinin önemini vurgulamıştır. Müzik felsefesini daima filozoflar müziği tam olarak bilmeden yapmışlardır ve savları genelde soyut kalmıştır. Bu alanda en önemli çalışma yapanların başında Adorno gelmektedir.

O düzenli bir toplumda, nitelikli müziğin üretileceğini; nitelikli müziğin toplumu olumlu yönde başarıya götüreceğini, standartlaşmış müziğin kötülüğünü belirtir. Hatta müziği "mesih" olarak görür. Bazı yönlerden Adomo'ya karşı çıkılsa da, hala güncelliğini koruyan savlarının olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor.

Müzik gönderdiği ve gösterdiği ile kültürel yapının dinamiğini etkiler. İletiyi müzisyen gönderir, toplum algılar. Her ikisine de ağır sorumluluk yüklenmiştir. Toplum içinde herkes sanatın bir parçasıdır. Yalnızca aktif ve pasif olmak söz konusudur. Süreç her iki konumda diyalektik bir ilişki arz eder. İlişkiler sonucu sanat eseri yeniden ve yeniden yorumlanmak koşuluyla anlam kazanır.

Eserin üretim aşaması sunumuyla sonlanmaz. Aksine izleyicinin karşısında sürekli üretim söz konusudur.

"Kısacası sanat yapıtını anlama, o hangi yetilerimize hitap ediyorsa, bu yetilerle ve bu yetilerde onu yeniden yaratma demektir; yani zor bir iş"

Sürekli üretim eseri olduğu gibi toplumu-bireyi üretime (bilinç-kültür) anlamına gelir. Toplumun-bireyin sanat (müzik) bağımlı olması sanatı bilgece izlemesi dinlemesi gelecek açısından pozitif bir eylemdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 YAZMA SANATI EDEBİYATIN ÖTESİNDE BİR EYLEMDİR. Yazma sanatı ki biz ona genelde edebiyat diyoruz, daima müziğin gölgesinde varlık göstermiştir. Bu tezimize edebiyat alanında çalışanlar karşı çıkacaklardır. O zaman operayı, müzikalleri ve sadece Proust’u hatırlatmak yeterli olacaktır. Aynı zamanda müziğin edebiyat gibi kurmaca bir sanat alanı olduğunu savunanların karşısındayım. Edebiyat müziğe göre daha sınırlı metaforlar içinde hareket etmesine rağmen, müziğin sınırsız malzeme kaynağı besteciye özgürlük alanı sağlar. Müzik doğanın insana özgür hissettirebileceği belki de tek alandır. André Gide çalışması olan Chopin Üzerine Notlar adlı çalışma müzisyenlerin mutlaka okuması gereken kitaplar arasındadır. Kelimeler zihnimizi sınırlarken, ses ve sessizlik yapıt çerçevesinin sınırlarını kaldırır. Bu nedenle edebiyat literatürü müziğin engin denizlerine yelken açan yazarlarla doludur. Antik Yunandan zamanımıza uzanan edebiyat müzik birlikteliğinin zamanla ayrıştığı ve kendi çerçevelerin...
        Müzik ve Edebiyat İlişkisi Müziğin edebiyat ile ilişkisini irdelemeden önce, aslında sanatın kendi içinde ciddi olarak yapısal bir bağlantı ağı olduğunu söylemeliyiz. Her sanat alanı kendini bir başka sanat alanı ile besler. Sanatın kendi içindeki ilişkisini hiyerarşik olarak da ayırmak mümkündür. Gerçi bu ilişkinin hiyerarşisi nereden baktığınıza göre değişir. Arthur Schopenhauer müziği sanat hiyerarşisinde en üste koyar. Ona göre müzik ontolojik olarak katarsis görevi üstlenmiştir. Schopenhauer’e göre müzik önem ve değer açısından diğer sanat dallarını aşar. Çünkü müziğin yapısal özelliği, metafizik bir karakter taşır. Bir filozof olarak Schopenhauer müziğe diğer sanat dallarından daha fazla önem verir. Kendisi de her fırsatta flüt çalarak ruhunu dinlendirme egzersizleri yapar. Sanat dalları ilişkilerinde, resim-müzik, sinema-resim, edebiyat-tarih ve benzeri bağlantılar yapmak pekâlâ mümkündür. Müziğin her alanla çok rahat olarak bağlantılı olduğunu söyleye...
SANATTA YENİ BOYUTLARA DOĞRU Vural Yıldırım-Müzik Bilimci Batı merkezli düşüncenin değişik kodlama biçimleri vardır. Örneğin; mistik kavramını doğu için kullanır. Kendisinin daha rasyonel olduğunu belirtmenin en kolay yolu budur. Doğu her  yönüyle mistisizmi içinde barındırır. Batının rasyonalitesini almamış ve/veya reddetmiştir. İlahi dinlerin yanında zaman zaman doğu inaç sistemleri kamusal alanda gündeme gelir. Amerikalı film yıldızlarının Dalai Lama’nın etrafında toplanmalarını buna örnek olarak verebiliriz. Doğu belki de anlaşılması imkansız rasyonel yaşama aykırı, coğrafi-kültürel alan. Bu nedenle batının doğu tanımlaması içinde, biraz da etnosantrizm vardır. “Her yönüyle gelişmemiş bir medeniyet dünyası”. Bizler doğu mu? Yoksa batı mıyız? Bu sorun hala güncelliğini koruyarak tartışılmaya devam ediyor. Bize göre doğu neresi? Batı neresi? Bizim duruşumuz nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bu sorulara yanıt aramanın ötesinde ne olmak istediğimiz önemli. Bizler doğ...