Ana içeriğe atla

 YAZMA SANATI EDEBİYATIN ÖTESİNDE BİR EYLEMDİR.


Yazma sanatı ki biz ona genelde edebiyat diyoruz, daima müziğin gölgesinde varlık

göstermiştir. Bu tezimize edebiyat alanında çalışanlar karşı çıkacaklardır. O zaman

operayı, müzikalleri ve sadece Proust’u hatırlatmak yeterli olacaktır. Aynı zamanda

müziğin edebiyat gibi kurmaca bir sanat alanı olduğunu savunanların karşısındayım.

Edebiyat müziğe göre daha sınırlı metaforlar içinde hareket etmesine rağmen,

müziğin sınırsız malzeme kaynağı besteciye özgürlük alanı sağlar. Müzik doğanın

insana özgür hissettirebileceği belki de tek alandır.

André Gide çalışması olan Chopin Üzerine Notlar adlı çalışma müzisyenlerin

mutlaka okuması gereken kitaplar arasındadır.

Kelimeler zihnimizi sınırlarken, ses ve sessizlik yapıt çerçevesinin sınırlarını kaldırır.

Bu nedenle edebiyat literatürü müziğin engin denizlerine yelken açan yazarlarla

doludur. Antik Yunandan zamanımıza uzanan edebiyat müzik birlikteliğinin zamanla

ayrıştığı ve kendi çerçevelerini çizdiğini söylemek yanlış olmaz. Tragedya döneminde

edebiyat ve müziği temel sanatların bileşeni olarak görürüz. Zaman içinde ayrışan

sanatlar farklı zeminlerde gelişmeye başlasa da opera, müzikal vb. alanlar kanalıyla

birliktelikler devam etmiştir. André Gide çalışması olan Chopin Üzerine Notlar adlı

çalışma müzisyenlerin mutlaka okuması gereken kitaplar arasındadır. Yazarın kitap

kanalıyla müziğin ruhunda yarattığı coşkulu atmosferi aktarması dikkat çekicidir.

André Gide bu çalışmasıyla Chopin gibi müzik dehasının amatör sanatseverlerce

nasıl konumlandırılabileceğinin yolunu gösterir. Pastoral Senfoni adlı kitabında ise

Beethowen’a gönderme yaparak müziği bir kez daha taçlandırır. Kitap sözlerin

yetmediği çaresizlikte müziğe sığınan aşığı anlatır.

Müzik ve edebiyat alanında ilişkileri irdelemek isteyen araştırmacı ve meraklılar için

altında ezileceğimiz kadar kaynak bulunur. Shakespeare’in tüm eserleri başlı başına

müzikal şaheserdir diyebiliriz. Kendisi sahne oyunları dışında felsefe ve sanat tarihini

yönlendiren yapıtlara imza atmıştır. Felix Mendelssohn, Jean Sibelius, Sergei

Prokofiev, Guiseppe Verdi, Hector Berlioz gibi müzik tarihinin devlerine  Shakespeare

kaynaklık etmiştir. İsimlerin Shakespeare ile ilişkisini merak edenler biraz araştırarak

inanılmaz ve harika eserlerin nasıl ortaya çıktığını keşfederler. Edebiyat yapıtlarının

özgün eserlerinde rastladığımız müzikal karakterlerin yaşam içinde karşılığını

mutlaka görmekteyiz. Müzisyenler edebi metinler içinde ses ve sessizliğin izlerini

sürmüşlerdir. Aynı zamanda yazar ve şairler, notaların mistik dünyasını yapıtlarında

ağırlıklı olarak işlemişlerdir. Kelimelerin aciz kaldığı anlarda müzikal dile sığınarak

okura sınırsız ve soyut anlam haritaları çizmişlerdir. Müziğin edebiyat alanını

etkilediğini söylediğimizde dominant bir etki yarattığı gibi yanlış anlamaya neden

olmayalım. Aksine entelektüel müzisyenler kendi varlık alanlarını şairlerden aldıkları

desteğe borçludurlar.


Bu konuda Stéphane Mallarmé’nin şiirlerinin müzikal dünyada sembolizmin oluşan

havuzundaki önemini vurgu yapmakta bir sakınca görmüyorum. Kendisinin sözcükler

ve fonetik anlamda yaptığı çalışmalar “Salı toplantıları” ve kelimelere yüklediği

anlam, yarattığı ses evreni müzik alanında zemin bulmuştur. Ülkemizde bu anlamda

müziğe etki eden ve müzisyenlerden beslenen şair ve edebiyatçılar oldukça fazladır.

Ece Ayhan denince aklımıza İlhan Usmanbaş’ın bestelediği bakışsız bir kedi kara adlı

şiir gelir. Sözlerin ve müzikal motiflerin ustaca bir araya getirildiği bu yapıt. Tam da

“beste” kavramına güzel bir örnektir. Yahya Kemal’in şiirlerinde kodlanmış “Parnas

ekolü” motiflerini ve bunun bestelenmiş şiirlerine yansımasını ayrıca irdelemek

gerektiğini düşünüyorum. Özellikle Jose Maria de Heredia’nın Yahya kemal sanatı

üzerindeki etkileri şiirlerinin derinliğine indikçe keşfedebileceğimiz bir yapı olarak

bizleri şaşırtmamalı.

Müzik yazmaya başladığınızda ses ve sessizlik evreninden kendini sınırlayan

bir sözcük evrenine girersiniz.

Tüm bunların ışığında geçtiğimiz günlerde özel ve dikkat çekici bir çalışmaya imza

atan Yiğit Özatalay’ı kutlarım. Müzik alanındaki üstün performansını, literatüre

kazandırdığı Epifaniler ve Açıklıklar adlı kitap çalışmasıyla sürdürmesi şaşırtıcı

olmasa gerek. Yaptığı çalışmanın beni heyecanlandıran en önemli yanı, Luciano

Berio yapıtıyla, edebiyat alanının önemli isimlerini kolajlama ustalığıdır. Öncelikle

kitap ile karşılaşan okurun ciddi anlamda “ürkmesi” ve bunun ardından okuma

eylemine başlamadan önce farklı “okumalar” hazırlık yapması zorunluluk olmanın

ötesinde anlamlandırma açısından önemlidir. Müziğimizde performans alanında

yüzlerce sanatçı olmasına rağmen, entelektüel çabalarda üzücü derecede kısır

kalmamızın nedenlerini sorgulayarak, literatürümüzün zenginleşmesine katkı

sağlamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ediyoruz. Umberto Eco’nun

Açık yapıt adlı çalışmasının bir müzikal yaşam atmosferi oluşturmasının altında

edebiyat ve müziğin kopmaz bağlarla birlikteliğine güzel bir örnektir. Eco’nun kitabı

sanatın hangi alanından olursa olsun tüm sanatçılara gelenek-modern çelişkileri ve

bu çatışma üzerinden ciddi çıkarımlar sunmaktadır. James Joyce edebi alanda

sözcüklerin ustası olarak kendini kanıtlamış önemli bir sanatçıdır. Yapıtlarında işlediği

konuların ustalıkla örüldüğü motifler müzisyenler için daima hayranlıkla okunmuştur.

Müzisyenlere olan bu yoğun yönelme, müziğin Arthur Schopenhauer tarafından

kavramsallaştırılmasıyla ilgili olma ihtimali güçlüdür. Müzik sessizliğin örüldüğü farklı

boyutlarda hüküm süren yegane sanat alanıdır. Müzisyenin gücü bu alanı

kullanmadaki ustalığına bağlıdır. Müzik yazarı için de aynı durum söz konusudur.

Müzik yazmaya başladığınızda ses ve sessizlik evreninden kendini sınırlayan bir

sözcük evrenine girersiniz. Burada doğanın size sunduğu müzikal motiflerin yerini

insanlığın ontolojik sorunlarından olan dil problemi alır. O an edebiyat ve müzikal

sembolleri kolajlayarak yapıtların yorumlanması, yargılanması, anlatılması

mücadelesi başlar. Müzisyen için beste yapmak, çalgı icra etmek “kolay” olsa da

sanatını anlatmak için yazmaya çalışmak üstün performans gerektirir. Bu müzisyenin

edebiyat ile olan sınavıdr.

Yiğit Özatalay literatür açısından önemli kitabı ile bu sınavı başarı ile tamamlamıştır.

Çalışmasının müzik ve müzik bilim literatürü açısından ne kadar önemli olduğu ileride


verilecek referanslarla kendini gösterecektir. Kendisini müzik bilim alanına yaptığı

katkı için tekrar kutluyorum.

Not: Konser Arkası Klasik Müzik Dergisi Mayıs sayısında yayınlanmıştır.

                                                      

                             





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

        Müzik ve Edebiyat İlişkisi Müziğin edebiyat ile ilişkisini irdelemeden önce, aslında sanatın kendi içinde ciddi olarak yapısal bir bağlantı ağı olduğunu söylemeliyiz. Her sanat alanı kendini bir başka sanat alanı ile besler. Sanatın kendi içindeki ilişkisini hiyerarşik olarak da ayırmak mümkündür. Gerçi bu ilişkinin hiyerarşisi nereden baktığınıza göre değişir. Arthur Schopenhauer müziği sanat hiyerarşisinde en üste koyar. Ona göre müzik ontolojik olarak katarsis görevi üstlenmiştir. Schopenhauer’e göre müzik önem ve değer açısından diğer sanat dallarını aşar. Çünkü müziğin yapısal özelliği, metafizik bir karakter taşır. Bir filozof olarak Schopenhauer müziğe diğer sanat dallarından daha fazla önem verir. Kendisi de her fırsatta flüt çalarak ruhunu dinlendirme egzersizleri yapar. Sanat dalları ilişkilerinde, resim-müzik, sinema-resim, edebiyat-tarih ve benzeri bağlantılar yapmak pekâlâ mümkündür. Müziğin her alanla çok rahat olarak bağlantılı olduğunu söyleye...
SANATTA YENİ BOYUTLARA DOĞRU Vural Yıldırım-Müzik Bilimci Batı merkezli düşüncenin değişik kodlama biçimleri vardır. Örneğin; mistik kavramını doğu için kullanır. Kendisinin daha rasyonel olduğunu belirtmenin en kolay yolu budur. Doğu her  yönüyle mistisizmi içinde barındırır. Batının rasyonalitesini almamış ve/veya reddetmiştir. İlahi dinlerin yanında zaman zaman doğu inaç sistemleri kamusal alanda gündeme gelir. Amerikalı film yıldızlarının Dalai Lama’nın etrafında toplanmalarını buna örnek olarak verebiliriz. Doğu belki de anlaşılması imkansız rasyonel yaşama aykırı, coğrafi-kültürel alan. Bu nedenle batının doğu tanımlaması içinde, biraz da etnosantrizm vardır. “Her yönüyle gelişmemiş bir medeniyet dünyası”. Bizler doğu mu? Yoksa batı mıyız? Bu sorun hala güncelliğini koruyarak tartışılmaya devam ediyor. Bize göre doğu neresi? Batı neresi? Bizim duruşumuz nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bu sorulara yanıt aramanın ötesinde ne olmak istediğimiz önemli. Bizler doğ...