10 Kasım 2022 Perşembe

 

MÜZİK VE SİYASET METAFORİK ALGI

Toplumsal farkındalığı yaratmanın çeşitli yolları vardır. Sanat bu yollardan sadece bir tanesidir. Manipülasyon ve algı çalışmaları insanlar için negatif kültürel birikime neden olmaktadır. İnsanlar arası etkileşim ve bir arada olma halinde temel nokta iletişimdir. İletişim ses ve “dil” kanalıyla gerçekleştirilmektedir. Seslerin kullanılma noktasında yapılan çalışmalar, ses tabanlı sanatları ortaya çıkarmıştır. Müzik bu anlamda etkileyici bir güce sahiptir. Ortak bilinç ve kültürel paylaşımın kodlarının müzik kavramıyla değerlendirilmesi, psikanalitik bir olgu gibi görülebilir. Ses, melodi ve müzik serüveninin insan bilincine yönelik mekân konumlanması, ciddi bir propaganda alanı yaratmaktadır. Müzik kendini sanat ve toplumsal olaylardan soyutlama yoluna gitmez. Yapısı gereği, toplumun tüm dinamikleriyle iç içe varlığını sürdürür. Bu tezimize karşı çıkanlara, müziğin bir kültür üretim alanı olduğunu hatırlatmamız yeterlidir.

Müzik üzerine söylem üretmek, müziğin aşkın yapısından kaynaklanır. Söylem ve müzik birbiriyle örtüşmenin ötesinde, metaforik düzeyde anlamlandırılmayı seçerler. Müzik ve siyaset ayrılmaz ikili olmanın ötesinde, yapısal ilişki içinde varlıklarını sürdürürler. Bir başka değişle, müziğin neresinden tutarsanız tutun, kendinizi toplumsal dinamiklerin içinde bulursunuz. Savaş, siyaset, ayrımcılık, kölelik, popülerizm, cinsiyet ayrımcılığı, moda vb. kavramlar bir noktada müzik ile birleşme eğilimindedirler. Müziğin kendisi bir alan teşkil etmese de, müzisyen kendini yukarıdaki kavramlar ile ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Bu durumda müzikbilimciler müzik kavramını kültürel bağlamda ele alırken, müzisyenin kimliğini, savunduğu değerleri nasıl görmezden gelecektir? 

Hanns Eisler, müziksosyolojisinde nerede durmalıdır. Müziğini anlatırken savunduğu değerleri ve siyasi görüşlerini görmezden gelmek, müziğinin bir parçasını reddetmek anlamına gelir mi? Yaptığı çalışmaların nasıl bir kültürel altyapı içinde şekillendiğini estetik ve politik analiz ile ortaya koymak gerekir. Çok yönlü bir Sanat insanı olan Bertolt Brecht’i müziğe gönderme yapmadan anlamamız mümkün değildir. Tam bir sahne sanatları uzmanı olan Brecht, şiir, tiyatro ve müziğin birlikteliğini kendine özgü yöntemiyle ve savunduğu görüşler ile birleştirmeyi başarmıştır. Walter Felsenstein müzik adına nitelikli çalışmalar yapmasına rağmen, kendisi belirli bir siyasi görüşün savunucusu olarak da kabul görür.

Wagner ve müziğinin Yahudi kimlik açısından negatif duruşuna söylenecek söz yok. Wagner’in müzik tarihindeki yeri, Hitler dönemi konumlanması nedeniyle gölgelenmiştir. Yazdığı bir makalede Yahudilik hakkındaki görüşleri ve siyasi bakış açısı, müziğinin ötesine geçme derecesinde tarih kayıtlarına geçmiştir. Özellikle Almanya’da 1933 yılı siyaset ve müzik tarihi açısından incelenmesi ve dikkat edilmesi gereken bir dönemdir. Siyasi tansiyonun yoğunlaştığı, savaşın ayak seslerinin duyulduğu bu dönem içinde müziğe ideolojik yansımalar damgasını vurmuştur. Kimlik, millet, kültür vb. sosyolojik tanımlamaların inşası ve sağlam zemine oturtulmasında müzik ve müzisyenler de kendi aralarında bölünmüştür. Öte yandan Jacqueline du Pre’nin müzikal kimliği ve yaşam serüvenini siyasetin neresine oturtacağımız ayrı bir tartışma konusudur.

Müziği salt romantik değerlendirmelerle açıklamanın mümkün olmadığını, müzik tarihi ve siyaset ile olan ilişki nesnelliğine bakmak yeterlidir. Gerek Antropolojik, gerek sosyolojik veriler bizleri müziğin daima, siyaset, savaş vb. dinamiklerle ayrılmaz ironik bağlarını kabul ettirmeye zorlar. Savaşlarda ve siyaset meydanlarında propaganda ve manipülasyon temelli müzik kullanımı tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Sosyolojik dinamikler ve alt kültürler kendilerini ifade etme ve bir arada olma dürtüsünü güçlendirmek için sanat, özellikle de müzik alanından yararlanmaya devam etmektedirler.

Müziğin tarihi serüveninde siyaset alanına yönelik nötr halinin imkansız olduğunu müzisyenlerin toplumsal konumlarından görebiliriz. Müzik türlerini genel yargı ile bir yerlere kanalize ederken, müzisyenlerin özgün aidiyet söylemlerindeki kodları dikkatlice çözmeliyiz. Rock, Protest, Özgün, Rap kısaca Undergraund müziklerin, müzikal sistemde değil, toplumsal sistemde var olma mücadelesi ve sözlerin tepkiselliği siyasetin ta kendisidir. Bu savımızı ne kadar çok örnek ile açıklasak da müzik sosyolojisi açısından yine de net verilere ulaşmak zordur. Bazen müzikal alanda anlam kaymaları yaşanır. Bir kültürde kabul gören müzik, başka bir kültürde farklı algılanır. Bir grupta, kutsallığı olan müziğin başka bir grupta bir anlamı yoktur. Bir sosyallik içinde toplumsal harç olan müziğin-melodinin başka bir grupta kullanılarak içeriğinin boşaltılması mümkündür. Marjinal gruplarda olmazsa olmaz olan müzikal estetik algı ve sözlerin manipülasyonu, popüler kültür içinde yok olup anlamını yitirebilir.

Siyaset ne kadar popüler alana yönelirse, müzikal yapının da karadelik gibi o alana çekilerek, varlık sebebi anlamını yitirebilir. “Kutsal” ve “saygın” olan bir sanatçı ve eserleri zaman ve tarihin şeytani hesapları karşısında silinip yok olabilir.

Entelektüel alanın zayıfladığı ve tarih bilincinin yok olduğu bir dönemde, müzikal kültürün siyaset içindeki direngen ve muhalif ruhu beslenme kaynaklarını yitirme aşamasına gelmektedir. Kendilerini aktif siyaset alanında görmesek te, Ruhi Su, Ozan Arif, Fatih Kısaparmak, Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli, Aşık Mahsuni Şerif, Muhlis Akarsu, Mustafa Yıldızdoğan, Hasan Sağındık, Esat Kabaklı, Ozan Nihat, Yusuf İslam, Sami Yusuf, Ender Doğan, Alper Kış, Selda Bağcan, Aykut Kuşkaya ve adını sayamayacağımız müzisyen ve gruplar toplumsal yapı içinde nerede durduklarını kendileri belirlemektedirler. Her müzisyenin kabul gördüğü sosyallikler kanalıyla sanatçı statülerini devam ettirmeleri söz konusudur.

Dünya müzik literatüründe sınıfsal mücadele, savaş karşıtlığı ve çevre sorunları konularında müzisyenlerin hassasiyetini, şarkı sözlerinden ve katıldıkları etkinliklerden analiz etmek mümkündür. Savaş müzisyenlerin karşısında oldukları insanlık dışı bir eylemdir. Savaşa zemin hazırlayan siyasi tıkanmışlıklar, hümanist zihniyetin görmezden gelinmesi, müzisyenlerin bu konulardaki tavırlarına ve eserlerine yansımaktadır. Burada sorgulanması gereken, müzisyenin olumsuzluklar karşısındaki tavrı mıdır? Yoksa insanlık dışı savaş vb. eylemler karşısındaki sessiz kalmak mıdır?

Kaos, savaş, toplumsal olaylar, sanatın malzemesi ve insanların umudu olma temelinde Müzisyen metaforik misyon üstlenmektedir. Müzisyen insani duyarlılığını ve hassasiyetini sessizlik dışı eylem olan müziği ile kitlelere sunarak farkındalığını gerçekleştirir.

Müzik siyasetin her ne kadar dışında görünse de toplumsal dinamikler müziği ve müzisyeni kara delik gibi kendine doğru çekmektedir. Bir başka değişle müzisyen sosyolojik ve antropolojik dinamiklerden kendisini soyutlaması mümkün değildir. Kadim dönemlerden beri, şiddet, korku, yıkım, ruha etki eden olağanüstü seslerle ifade edilmektedir. Ritüel ve törenlerde müzik bu sesler armonisi kanalıyla yukarıda saydığımız kavramların kompozisyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şamanist ve animist ayinlerde müzikal kompozisyon insanların biyokimyasını etkileyerek manipüle odaklı araç unsurudur. Propaganda içeriklerinde ve çalışmalarında müziğin ciddi bir kanal olarak sanatsal özelliğinden koparıldığına şahit olmaktayız. Püriten müzik dışında, toplumsal zeminde müziğin ve müzisyenin dinamiklerinin, kültürel bağlamdan ayrı düşünülmesi söz konusu değildir. Müzisyeni, kompozisyonunun kendisinden bağımsız kitlelerce ve siyaset alanında kullanılmasındaki negatif durumdan sorumlu tutmak adilane bir bakış açısı değildir. Dolayısıyla siyasilerin savaş oyunlarında müzisyenleri “günah keçisi” olarak göstermenin haklı bir gerekçesi, dayandığı tarihsel bir zemin bulunmamaktadır. Bırakın müzisyenler savaşların, yıkımların olduğu dönemlerde barışın, umudun seslerinden kompozisyon üretmeye devam etsinler.

Vural Yıldırım-Müzikbilimci

 

                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...