12 Aralık 2015 Cumartesi

                            Flüt- Arp Konseri

Nihan Atalay, flüt
Yonca Atar, arp
Yer: Sulukule Sanat Akademisi
Tarih: 20ARALIK2015

Saat: 13:00  ÜCRETSİZ
Nihan ATALAY

İstanbul’da doğan sanatçı, flüt eğitimine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Mükerrem Berk ile başladı.

1998 yılında konservatuvardan mezun olduktan sonra  Fransız Hükümeti’nden almış olduğu sanat bursuyla  Lyon Devlet Konservatuarı’na kabul edildi ve aynı konservatuvardan  pekiyi derece ile mezun oldu.

İsviçre Hükümetinin verdiği artistik bursa layık görülerek 2002 yılında Lozan Konservatuvarı Yüksek devresine kabul edildi. Ünlü Fransiz flütist José-Daniel Castellon’un sınıfında konsertistlik ve pedagoji bölümlerinde eğitim gördü ve üstün başarıyla mezun oldu.

Barok müziğe olan ilgisi Nihan Atalay’ı Cenevre ve Basel Konservatuvarları Yüksek Devrelerinde, Barok Müzik Bolümlerinde Lisans sonrası çalışmalarına yönlendirdi. Ünlü Barok flüt sanatçıları Marc Hantai, Barthold Kuijken ve Serge Saitta ile çalışmalarını sürdürdü.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı, İsviçre Nicati De Luze Çağdaş Müzik Vakfı, Sandoz Vakfı ve Cenevre Üniversitesi Derneği tarafından sanat bursları ile ödüllendirildi. Ayrıca Cenevre Konservatuvarı'nca kendisine yaptığı çalışmalardan dolayı bir adet flüt hediye edildi,

Sanatçı, Barok müziğin yanı sıra Çağdaş müzik tekniklerine olan ilgisi sayesinde 2005 yılında yüzyılımızın en ünlü şefi ve bestecilerinden olan Pierre Boulez’in daveti üzerine  Lucern Akademi Orkestrası’nda çalışma fırsatı buldu ve 20. yüzyıl çağdaş eserleri üzerinde çalıştı.

Sanatçının beraber çalıştığı flütcüler arasında dünyaca ünlü Emmanuel Pahud, Michel Moragues, Sophie Cherrier, Patrick Gallois, Phillippe Bernold gibi isimler bulunmaktadır.

Cenevre Oda Müziği Orkestrası’nda  solo flütist olarak orkestra çalışmalarına devam eden alan Nihan Atalay,Cenevre Devlet  Konservatuvarı’nda görev almıştır.

Sanatçı Yardımcı Doçent olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve İstanbul Teknik Universitesi MİAM’da flüt ve barok muzik dersleri vermekte ve kariyerine yurtiçi ve yurtdışında solo konserleriyle devam etmektedir.

Nihan Atalay son olarak 2012 yılında ABD Uluslararası Flüt Derneği'nin Las Vegas’ta düzenlemiş olduğu Barok flüt yarışmasında birincilik kazanmış ayrıca jüri özel ödülüne layık bulunmuştur.

Yonca ATAR

1991 yılında İstanbul'da doğdu. Arp eğitimine 2002 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda İpek Mine Sonakın ile başladı. 2006 yılında AKM'de "MSGSÜDK Genç Senfoni Orkestrası" eşliğinde "Handel Sib Major Arp Konçertosu"nu solist olarak seslendirdi. 2008 ve 2009 yıllarında Yıldız Teknik Üniversitesi'nin düzenlediği "Genç Arpistler" konserlerinde aktif olarak yer aldı. BBC Senfoni Orkestrası’nın Türkiye’deki atölye çalışmalarında yer aldı. Aynı yıl Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da Lubomir Pipkov Ulusal Müzik Okulu tarafından düzenlenen "5. Uluslararası Genç Virtüözler Yarışması"nda birincilik ödülü aldı. Jana Bouskova, Andrew Lawrence-King, Lavinia Meijer, Isabelle Moretti, Benoit Wery ve Naoko Yoshino’nun ustalık sınıflarına katıldı, 2010 yılında "53rd Academie Internationale d'Ete de Nice-France"da Berlin Filarmoni Orkestrası solo arpisti Marie-Pierre Langlamet ile çalıştı. Akbank Oda Orkestrası, Bilkent Senfoni Orkestrası, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, MSGSÜDK Senfoni Orkestrası ve Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası’nda yer aldı. Erdem Çöloğlu, Gürer Aykal, İnci Özdil, Cem Mansur, Ender Sakpınar, Klaus Weise, Pierre Calmelet, Marek Pijarowski gibi şeflerle çalışma fırsatı buldu. 2012'de Paris'te düzenlenen 'Opus Erasmus II' programında Erdem Çöloğlu, Ahmet Altınel, Pierre Calmelet ve Michelangelo Galati'nin atölyelerinde aktif katılımcı olarak yer aldı. Aynı yıl Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile Türkiye ve Avrupa’da orkestra ve oda müziği konserleri verdi. 2012 Mayıs ayında Mezuniyet Konseri başlığıyla "MSGSÜDK Senfoni Orkestrası" eşliğinde "Ginastera Arp Konçertosu"nu solist olarak seslendirdi. Yüksek lisans eğitimine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvar'ında İpek Mine Sonakın ile başladı, 2013-2014 eğitim yılında Erasmus öğrenci değişim programıyla Paris Conservatoire National Régional de Boulogne-Billancourt’ta Anne Ricquebourg’un öğrencisi oldu. Burada fransız arp repertuvarı ve pedagojik çalışmalarının yanı sıra solo, oda müziği ve orkestra konserleri verdi, Orchestre Symphonique de Campus d’Orsay ileMartin Barral yönetiminde Paris çevresinde orkestra konser turnesinde yer aldı. Marie-Claire Jamet'nin ustalık sınıfına katıldı. 2014 Nisan ayında, 27 yıl sonra Kırgızistan'ın ilk arp konserini başkent Bişkek'te gerçekleştirdi. Burada çeşitli radyo ve televizyon programlarına konuk oldu, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nde ve filarmoniyle gerçekleştirdiği konserleri devlet kanallarında yayınlandı. Aynı yıl temmuz ayında gerçekleşen ‘47. Internationalen Ferienkurse für Neue Musik’e katıldı, burada Gunnhildur Einarsdottir ile yeni müzik çalışmaları ve konserler yaptı. Yonca Atar, yüksek lisans eğitimine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvar'ında İpek Mine Sonakın ile devam etmekte, aynı kurumda asistan olarak ders vermektedir.






                                              LUCiANO POMPiLiO-Gitar Konseri
İtalyan gitar sanatçısı Luciano Pompilio 1990 da Foggia Giordano konservatuarını Mileto, Marcotulli ve Palamidessi ile çalışarak başarıyla bitirdikten sonra çeşitli ustalarla seminerlere katıldı. Aynı zamanda Bologna Üniversitesi’nde yüksek derece yapan sanatçı daha sonra solo ve oda müziği çalışmalarına başladı. Caputo ile kurduğu ikili 15 defa birincilik kazanarak, sanatçılara çok büyük başarılar getirdi. Avrupa ve Amerika kıtasında verdiği konserlerle adını duyuran sanatçı daha sonra Roma Sanat Akademisi’nde konser solistliği alanında çalışma yaptı. RAI 3 TV başta olmak üzere Ukrayna ve Fransa’da TV istasyonlarına konuk oldu. Polonya, Almanya, Amerika ve Kore’de masterclasslar verdi. Sanatçı bugüne dek 6 CD yapmıştır. Luciano Pompilio Manfredonia Gitar Festivali’nin ve St. Giovanni Rotondo Oda Müziği Serisinin direktörlüğünü yapmakta, aynı zamanda Foggia Umberto Giordano Konservatuarı’nda gitar öğretmenliği yapmaktadır.


 Yer: Sulukule Sanat Akademisi
Tarih: 13 ARALIK 2015
Saat: 13:00
Ücretsiz


22 Mayıs 2015 Cuma



6.Uluslararası İstanbul Opera Festivali 

8-18 Haziran 2015 tarihleri arasında
Başlıyor!

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen 6. Uluslararası İstanbul Opera Festivali W. A. Mozart’ın ünlü operası“Saraydan Kız Kaçırma” ile açılacak. Eser; 8-9 Haziran 2015, Pazartesi ve salı akşamı, İstanbul Devlet Opera ve Balesitarafından, İstanbul Arkeoloji Müzesi Bahçesi’nde sahnelenecek. Türk-Osmanlı kültür ve sanatından etkilenilerek 16. yüzyılda Batı Avrupa’da ortaya çıkan Turquerie akımının en güzel örneklerinden biri olan ve Mozart’ın Mehter Marşı ritimlerinden etkilenerek bestelediği eseri Yekta Kara sahneye koyuyor.

19 Mayıs 2015 Salı


GİTARİST
Erhan BAYLADI

Bu kitabı kimler okumalı?.. 
-Her istediğini rahatça elde edebilen, ergenlikten delikanlılığa doğru yol alan çocuklar okumalı.
-İstendiğinde her şeyin üstesinden nasıl gelinebileceğini öğrenmek isteyenler okumalı.
-Müzikle hayatını idame ettirmeye niyetlenen gençler okumalı.
-Müzik hayatıyla, sevdiği kızın arasında kalan gencin başından geçenleri öğrenmek isteyenler okumalı.
-Gerçek tutkunun ne demek olduğunu öğrenmek isteyenler okumalı.
-68'li yıllarla, 70'li yıllardaki Beyoğlu'nu daha iyi tanımak isteyenler okumalı.
Bu kitabı okuyanlar; insanlar hakkında peşin hükümlü olmamayı öğrenecekler…



6 Mayıs 2015 Çarşamba


Yasemin Lumalı-Sanatçı
1994 yılında İzmir 100 ncü Yıl Olgunlaşma Enstitüsü’nün Stilistik ve Modelistlik Bölümü’nde eğitim aldığım sırada Modernizasyon dersimizden çok keyif almıştım.
Anadolu'nun en eski geleneksel el sanatlarından olan Şile Bezi ve Yazma kumaşlarını beğenmemin yanı sıra onlara her baktığımda çocukluğuma dönerim.
Çocukluğumda annem kendisine, bana ve kardeşime elbiseler dikerdi Şile Bezi  ile.  Yazma’yı giysi kenarlarına aksesuar olarak kullanırdı.
İlk dikiş bilgi ve becerimi annemden öğrendim.
Annemin vefatı ardından yaşadığım derin acı ve ona duyduğum özlemle giysi tasarımlarımın üretim dönemi, birbirlerine aşık olup evlenen anne ve babamın aşklarına gönderme yaptığım ‘Aşk’ teması ile başladı.
Giysilerde yer alan el dikişi olan karanfil motifi ile, annemin ardından çok kısa bir sürede vefat eden babama atıfta bulundum.  Babam, anneme tüm özel günlerde bir buket karanfil verirdi.
Böylesine güzel ve özel kumaşlarımızın kullanım açısından kaybolmaya yüz tutmaya başlaması bende ciddi üzüntü yarattığından, Şile Bezi ve Yazma kumaşlarını Fütüristik çizgide birlikte kullanarak giyilebilir giysiler olarak tasarladım.
Son dönem resimlerimde yer verdiğim yüzey bölümlerinden yola çıkarak oluşturduğum kolaj tekniğini kumaşa uygulayarak çalıştığım giysi tasarım yolculuğumun bu ilk örnekleri tematik olarak devam edecektir.


Yasemin Lümalı is an artist and designer based on Turkey. She focused on semi-modern and functional garments and she produced clothes by using traditional Turkish fabrics ‘Şile bezi’ (Shelebazy) and “Yazma” (Yazmah). Yasemin finds her inspiration within the textile crafting traditions of ancient times and the vivid beauty of traditional fabrics.
Her  slow fashion designs reflect her glance of everyday life.
Her semi-handmade wearable pieces are created for  ‘Şile Bezi’ and are designed by using authentic ‘Yazma’ fabrics collage-combination for an artisan haute-couture label.They reflect her artistic approach and sensitivity of her collage paintings. All products are made in Turkey with an environmental sensitivity.
Yasemin learnt stitching and sewing from her mother when she was young. In 1994 she graduated from İzmir Olgunlaşma Enstitüsü, department of stylist and modelist and became a dress designer. After rediscovering her childhood love and talent for painting; she attended to the studio of painter Yusuf Taktak and has continued her professional painter career since then. She participated to 20 group exhibitions and 6 solo exhibitions in Ankara, Istanbul and Izmir cities of Turkey. Recently, she participated to “Connecting Times” themed Florence Design Week in Italy with a collage work of her in 2012. She was among the 8 painters who were selected from Turkey. Besides, she participated 2nd İzmir International Biennal in 2013 with her “Turkish Women Composer Triptic Collage” work.
After passing of her mother two years ago, who Yasemin shared all sewing and dress making experiences, her mother has come to her mind strongly and rapidly. This led her to design their common sewing experiences with her mother and decided to create wearable “Şile bezi” dresses with “Yazma” collage-combinations. These style of dresses are a reference to her mother’s productivity and dresses she stitched in order to contribute to family budget as well as dresses she stitched for Yasemin and her sister.
The carnation flower motifs on dresses have a special meaning. They present love of her father, who also passed away four months after the passing of her mother because of his sadness, for her mother. He always brought carnation flowers to her mother on their special days.






11 Mart 2015 Çarşamba

Plastik sanatlar ve Müzik

Sanat toplumun içinde birey tarafından üretilmesine rağmen, bireyin toplum tarafından kültürleşme süreciyle bilincinin kazanılması, sanatın aynı zamanda “anonim” özelliğini de göz önüne getirir ki bu bireyin ürettiği eserin tam olarak kendisine ait olmadığını da söylemek demektir. Bireyin ürettiği eserin kendisine ve topluma ait olması demek aynı zamanda herhangi bir sanat dalıyla da ilişkili olması demektir. Bir sanatı başka bir sanat dalından ayrı düşünmek doğru değildir. 



Sanat asla toplumun çelişkilerini yansıtmayan bir görünümde değildir. Belki toplumun anlayamadığı şekilde ürünler veren sanatçılar olabilir ki bunu tırnak içinde kullanmak gerekir. Ama bu toplumun sanatçıyı dışlaması ya da sanatçının toplum dışında olması anlamına gelmez. Sanatçının görüş açısının farklı bir boyutta simgeselleşmesi anlamındadır 

Bir sanatı farklı bir sanattan soyutlayarak açıklamaya çalışmak bir balığı akvaryumdan ya da denizden soyutlayarak tanımlamaya benzer. Müziğin görsel olmadığını söylemek, romanın şiirsel olmadığını söylemek, sanatlar arasındaki ilişkiyi reddetmek anlamındadır. Bu gün artık müziksiz bir sinema düşünemediğimiz gibi müziksiz bir şiir de düşünemeyiz. Bir ressamın müzik dinleyerek yaptığı resim ile müzik dinlemeyerek yaptığı resim arasındaki ilişkiyi ressam arkadaşlarımızla görüşmelerden biliyoruz. Müzik bütün sanatların yanında yer alan bir sanat dalıdır gibi bir tezi de ortaya atabiliriz. Çünkü müzik tüm sanat dallarından ayrılıp farklı bir özelliğe ayrılır ki bu da şudur: yaptığımız her işle müziği dinleyebiliriz, araba kullanırken, kitap okurken, şiir okurken...Müzik yaşamın her alanını kuşatan bir gerçekliktir. 

Müzik sessizliğin içine yerleştirilmiş seslerdir. Bu anlamda düşündüğümüzde müzik, var olan sessizliğin kırılma noktasıdır. Ses de sessizliğin içinde kırılma noktasıdır. 

Türkiye’den değil, İstanbul’dan sanata genel anlamda baktığımıza göre İstanbul’dan saptamalar yapıyoruz. Fakat bizde yaşanan asıl sorunlardan biri; aydın olamamış insanlarımızın kompleksinden kaynaklanıyor. Bu anlamda çağdaşlaşmayı Avrupalı olmakla bir tutan aydınlarımız aslında Anadolu’nun kendi kültürel kimliğine ilişkin bir sanatının oluşabileceğini asla görememiş ve çağdaş olabilmek için Avrupa sanatını örnek alıp, bunun doğru olduğunu savunup her zaman oryantalist kültür tuzağına düşmüşlerdir. 

Asıl sorunlarımızdan biri de tüm kavramların Avrupa’dan çıkmasından kaynaklanan bir zihniyetin dünyayı kuşatmış olmasıdır. Felsefe denildiğinde, resim denildiğinde, müzik denildiğinde akla Avrupa geliyorsa bu diğer ülkelerin geri kaldığını göstermez. Tam tersi de olabilir. Burada sanata nasıl baktığımız önemlidir. 

Avrupa’nın modernleşmeden sonra çağdaşlaşma olarak bilinen yaşam biçimini Türk toplumuna almaya çalışan insanların yanılgısı da burada görülmektedir. Baştan beri yanlış bir zihniyet devam ettirilmektedir ki resimde de müzikte de böyledir. Avrupa’daki kültür (müzik) kilisenin yazınsal literatürüyle gelişmiş olan ve ortaya çıkan bir kültürdür. Ne resim ne de müzik kendi dinamiği içinde gelişerek bu konuma gelmiştir ve konunun can alıcı noktası da burasıdır. Avrupa dışındaki ülkelerde sanat kendi dinamiği içinde gelişerek bu noktaya gelmemiştir. 



Şimdi burada tekrar tekrar sorgulanması gereken başkasıdır. Bir ülke sanatını kendi özgün koşulları içinde mi geliştirmelidir? Yoksa kendisine göre varolan bir ortamda mı geliştirmelidir? Sanat aslında bir toplumun kimliği ile ilgili bir meseledir. Ortaya konulan kültürle ilgilidir. 

Sanatın evrensel olduğu söylense de interdisipliner olması ve diğer sanatlarla ilişkili olması aynı zamanda evrenselliğini yitirmesi anlamındandır. Çünkü sanat asla evrensel değildir. Tikelle ilgilidir. Toplumun kültürel durumuyla ilgilidir. Bu anlamıyla edebiyat resmin sözel boyutudur, resim müziğin görsel boyutudur, müzik edebiyatın ya da resmin işitsel boyutudur. Sanatın tümünü tümel bir anlamda düşünerek unutmamamız gerekir…. 



Evrenselcilik aslında modernist zihniyetin bir ürünü olarak modernleşme süreci ile birlikte tüm Avrupa’nın “onları Hristiyan’lıkla tanıştıralım” zihniyetiyle ortaya attıkları bir başkalaştırma sürecidir. 

Evrenselcilik kültürel görececilikten dolayı asla mümkün olmayan bir söylem biçimidir. Dünyada herhangi bir kültür evrensel olmamakla birlikte, herhangi bir kavram evrensel olabilir. İnsan evrenseldir…Ama insanın kendisi değil….Spesifik sanat ancak o kültürü bilen insanlar tarafından anlamlandırıp bilinecek bir yapıdadır. Dünyadaki bütün insanlar sanat eserlerini kendi kültürel birikimlerine göre yorumlarlar. Ama o sanat eseri ortaya çıktığı toplumda anlamlandırıldığı gibi anlamlandırılamayacağı için evrensel olma özelliğini kaybeder fakat şu bir gerçektir ki her sanat eseri her insana farklı bir mesaj iletir.. 



Ülkemizde eğitim sistemi içinden sanat alanı eğitimine baktığımızda Avrupa ve ABD’den çeviri ile idare edildiğini ve varolan kuramsal çalışmaların da Avrupa ve ABD kaynaklı olduğunu görürüz. Bizim en büyük sıkıntımız tabi ki Türkiye’ye özgü plastik sanatlar alnında belli bir ekol ve eğitim sistemi geliştirememektir. Belki belli isimler oluşmuştur; Osman Hamdi bey gibi, Avni lifij gibi, vd. ama bu insanların da ülkemizin sanat dünyasına etki ettikleri söylenemez. Onlar tarihte başarılı olmuş ressam öncüler olarak silinip gitmişlerdir. Varolan güzel sanatlarda Avrupa’yı takip etmemiz aydınların Avrupa zihniyetinin misyonerliğini yapması ile ilgilidir. Özellikle bunu yapanlar da akademik alanda bulunan belirli oranlarda sermaye ile bütünleşmiş olan resim eleştirmeni diyen insanlardır kendilerine. Resim alanındaki literatüre baktığımızda Avrupa hegemonyasını görürüz. Bunun kaynağında telif hakları ve ressam akademisyenlerimizin hepsinin etkisi vardır, kaldı ki kendi başlarına belli bir düşünce sistemi, ve kuram geliştiremeyen insanların güzel sanatlarda var olan kısırlığı yarattıkları söylenebilir. İkincisi de Avrupa’nın güzel sanatlar alanındaki estetik ve felsefi söylemin misyonerliğini yapmalarından kaynaklanmaktadır. Müzik alanında da aynı şeyleri söylemek mümkündür. 


Bunu aşabilmek için sanat kurumlarının nasıl bir eğitim sistemi izledikleri ve sanatçıların ne tür yönelimlerde bulunduğunu belirlemek gerekir. Eleştirmenlik konusunda sanatçıların işi alan dışı kişilere bırakmaları hatadır. Sanatçılar kuramsal ve felsefi boyuta değinmiyorlar….Entelektüel birikimleri olmaması ve başka alanlardan insanların alanlarına girip söylemler yapmaları çok problemlidir. Asıl çıkmazlardan biri de budur. Sanatçılarımız sanat alanında belirli anlamda pratik eğitimlerini sürdürürlerken resim eleştirmeni dediğimiz insanların bu alanda yetişmeleri ya da eleştirmenlerin ekol geliştirmeleri gerekmektedir. Müzik dünyasında bu aşılma noktasındadır. Müzikoloji bölümlerinde artık müziğin kavramsal olarak değil ama araştırmacılık yönünde bir bilim olduğu kanıtlamıştır. Müzik bilimi olabileceği kanıtlamış ve müzikologlar yetişmeye başlamıştır. Plastik sanatlarda ise hala bu kısırlık aşılmamıştır. 

sanat tarihi eğitimi herhangi bir eğitimden bağımsız düşünülemiyor. Bu anlamda arkeoloji dışında düşündüğümüzde….sırf anfilerde gösterilen bir eğitimse onun herhangi bir sanatçıya katkısı olabileceğine ben inanamıyorum. Böyle bir sanat tarihi eğitimi yerine normal bir eğitim yeterli olacaktır. Tarihi de biz yaratırız ve yine biz yok ederiz.. Siyasetle ilgileniyorsak siyasetle varolan olguları seçerek yaratırız yeniden tarihi, sanatçıysak kendi alanımızla ilgili tarihi de biz yeniden yaratırız. Bu nedenle ressam bunu başkasının eline bırakmamalıdır. 

Tüm sanat dalları birbirlerinden etkilenir. Bu gün Picasso’dan örnek veriyoruz sürekli, o belki Gertrude Stein’in evinde farklı insanlarla görüşmeseydi var olan kendi üslubunu geliştiremeyecekti…Bu gün Türkiye’de bir sanat dalı yükselirken diğeri geriye gitmektedir. Bundan dolayı da kısır bilgilerle sanata yönelinmektedir. Müzisyenin yazar, ressam, şair arasında bulunup fikir alışverişinde bulunması performansta büyük atılımlar yaratacaktır. 







Müzik bu güne gelinceye kadar karmaşık ve uzun bir süreçten geçmiştir. Bu süreci; insan tarihi ile aynı paralellikte geriye götürebiliriz. Karmaşıklık ise; müziğin teknik olarak geçirdiği evreler ile ilgilidir. 

Müzik deyince kültürel arka planımızdan ötürü bir çok tür aklımıza gelebilir. Zihnimizdeki müzik kavramı müziği algıladığımız oranda somutlaşmaktadır. Eğlence, hüzün, nefret vb. duygularımızı müzik kanalı ile somutlaştırmaya çalışabiliriz. Aslında müziğin ifade aracı olup olmadığı sorunsalını düşünmek, irdelemek gerekir. Baudrillard’ın simülasyon evrenindeki işitsel boyut olarak müziği ele alabiliriz. Aynı zamanda, Adorno’nun kültür endüstrisi kavramı bize farklı bağlantı kapıları ve ironiler açabilir. Kültür endüstrisi içinde popülerleşen müziğin aldığı görünüm sistemin içselleştirdiği standart müziktir. Standart müzik hegemonyaya hizmet eden otokratik müziğin kendisidir. Standartlaşma kitleler üzerinde ritmik oyunlar ile içselleştirilme ve entegrasyon sürecini hızlandırmaktadır. Bilinç kaybolmaya yerini simülasyonlar almaya başlar. Ritm yaşamın kendisidir. Kalp atışlarımıza egemen olan yaşamın kendisine egemen olur. Gerçekliğin yerini ritmik oyunlarla süslenmiş parçalar söyleyen imajmaker’lar alır. Zihinsel edimimiz yaratılan simülasyon içindeki gerçek dışı sanatçıların yönlendirilmesine maruz kalmaktadır. Gerçekliğin ironisi kitlesel ritm duygusu ile tüketilerek, standartlaşma yani düzen içine kanalize olma kolaylaşır. 

Yaşam tıpkı plastik sanatlarda olduğu gibi şekillendirme, müziğin atmosferinde, simülasyon evreninde bireylerin zihinlerinin şekillendirilmesine dönüşüyor. Tabula rasa kavramı netlik kazanıyor. Her ürün bağlamındaki anlamını yitirerek görünüme dönüşmektedir. Düşünen Adam’da olduğu gibi müzik de bir görüntüden ibaret metalaşmış sanatçıların alanına kaymıştır. 

Müziği duymanın ötesinde ritmi yaşayan, melodiyi seyreden bir kitle yaratılarak hazza yönelim teşvik edilmektedir. Resim tuvallerinin yerini sanatçı posterleri almış, reprodüksiyon kavramı, sanatçıların fan kulüplerini tanımlar olmuştur. 

Müzikal simülasyonda kırılma noktası avangard bestecilerin (Boulez, Stockhausen, Cage, Ives vd.) çalışmaları ile olmuştur. Kendileri dönemlerinin ötesinde çalışmaları ile bir akım oluşturmadan özgün eserler yaratmışlardır. Yaptıkları eserler, tıpkı bir sinema ya da tablo gibi izlenebilme özelliği taşırlar. Bunlara en güzel örnek grafik nota yazımıdır. Bu notasyonda görünüm bir resim eskizini andıracak kadar görsel şölen özelliği sunar. Müzisyen aynı zamanda ressama dönüşerek sesleri resmeder. 

Tüm bu çabalar aslında evren ve doğanın resme dönüşmesi gibi her şeyin sese, nota’ya dönüşme yolundaki uğraşılardır. 


Avangard sanatçılar (müzisyen, ressamlar) kültürel değerlerdeki durağanlığa karşı oluşun sembolüdürler. Karşı oluş sistemin içkinliğinden kopuşu doğurur. Alışılmış ve mutlak olan parçalanarak müzikal minörlük içinde sorgulama, yaratma, sunma süreci görselleşir. Görsellik müziğin grafikleşen imleridir. Minörlük büyük müzikal formların tekdüzeliğinin yerine, yaratılan özgün çalışmaların ifadesini taşır. Son noktada müzik, bilinç müziğine rotasını çevirerek varlığını sürdürür. Mimesis ruhu müziğin avangardlarınca yok edilmiştir.

17 Ocak 2015 Cumartesi

 MÜZİK - TOPLUM - BİREY*
Vural YILDIRIM

Giriş
Konumuz müzik; çok önemli bir olgu olmalı ki her yıl onu irdelemek için çeşitli oturumlarda sempozyumlarda bir araya geliniyor ve tartışılıyor.

-Müziği bu kadar önemli yapan nedir?
-Üzerinde önemle duruluyor ve konuşuluyorsa, tezler yazılıyorsa neden hala bir ''ilerleme'', ''düzelme'' yok?
-Yıllardır konuşulanlar acaba boşuna mı?

Soruları ve sorunları artırabilir, çözüm önerilerini sıralayabiliriz. Nitekim yıllardır böyle yapılıyor. Neden hala bir şeyler yolunda gitmiyor?

Müziğin sorunlarını irdelediğimizde karşımıza iki önemli nokta çıkıyor; birincisi toplum bilimsel olgu olarak müziği göremememiz, ikincisi buna bağlı olarak bakış açısında muğlak oluşumuzdur.

Müziği yalnızca düzenli sesler, eğlence, ritüel vb. olayların aracı diye düşünürsek baştan yanılmış oluruz. Onu kültürün içinden alıp izole ederek tanımlamaya çalışmak, denizsiz balığı anlatmaya benzer.

Müzikbilim
Müzik sosyal olgu ve kültür bağımlı bir sanat alanıdır. Sanat alanı olmasına rağmen toplumsal bağı nedeniyle aynı zamanda bilimdir. Müziğin sanat ve bilim oluşu yönelimlerimizde ikircikliğe neden olur ve objektif eğitimli olunabildiği gibi sübjektif eğitimli de olmak söz konusudur.

Subjektif eğitimli olarak müziğe yönelmek, müzik araştırması yapmaya çalışmak, araştırmacıyı kültürel değerlerin öznesi yapar ve yanlış saptamalara neden olur. Objektif eğitimde ise araştırmacı, kültürün nesnesi konumundadır.

Subjektif Eğilim           Objektif Eğilim
-Kültür (Müzik)           -Kültür (Müzik)
Araştırmacı Özne        Araştırmacı Nesne

Toplum içinde birey olarak bağımlılık-bağımsızlık sınırını keşfeden, bunun ayırdına varan, çelişkisini yaşayan sanatçı ve bilincidir. Bilimci olmak, özellikle sanat bilimcisi olmak başlı başına bir surundur. Bireysel yargı ve kültürel değerlerin sürekli dengede olması söz konusudur. Sanatçı ise, içinde bulunduğu toplumun değerlerine karşı savaşan, onlarla yüzleşen, bağımsızlığını verdiğini ürünle ilan eden bir konumda olmanın rahatsızlığı, aynı zamanda huzuru içindedir. İki farklı ve bağımlı uğraşı alanındaki bu insanlar, sürekli toplumla iletişim içindedirler. Bilimci yazılarıyla. müzikçi eserleriyle. Bu iletişim bazen toplum, bazen sanatçı ve bazen bilimcinin kaynak oluşu ile ikircildir. Mesajı gönderen alıcı olabilir. Alıcı kaynak olabilir. İkircil iletişim ağı yukarıdaki nedenle daireseldir.

Müziği fonksiyonel ekole göre düşünüp, anlatırsak işlevlerinden söz edebiliriz. Bunları sıralamak yalnızca zaman kaybı olur. Tanım için de aynı durum söz konusu. Müziğin o kadar çok tanımı var ki tekrar yapmanın bir anlamı yok. Son yıllarda bu tanımların dışında eklenen sıfatlar çok ilginç; ''yoz müzik'', ''kültürsüz müzik'', ''basit müzik'', ''piyasa müziği'' vb. Müziğin önüne getirilen bu sıfatların aslında müzik endüstrisi kanalıyla piyasaya sunulan, müziği meta konumuna getiren, sahibine yabancılaştıran niteliği vardır. Yabancılaşma müzik endüstrisinin gelişmesi, müziğin metalaşması ile başlayan süreçtir.

Ülkemizde 80 sonrası gelişen müzik endüstrisi varlığıyla toplumu kuşatan, bireyi yönlendiren güce sahiptir. Medya ile paralellik gösteren endüstri ona tam bağımlı olmayan konumdadır.

Müziği üreten birey, olgunlaştıran toplum ürününün sektör içinde yeniden ele alınıp sunulduğunu görünce varolan değişiklikler nedeniyle yabancılık hissetmemektedir. Özde aynı olan ürünün, biçimde farklılaşması üreten/üretenler için bir yanılsama ve iletide kopukluklara neden olmaktadır. İletide başlıca amaç iletinin alıcı tarafından eksiksiz-doğru çözülüp, anlaşılmasıdır. Müzik iletisinde kodların çözülememesi doğru örnekte sunulmaması olumsuz tepkilere neden olmaktadır. Konuya en güzel örnek; Atilla Taş'ın ''Ham Çökelek'' adlı türküyü yorumlamasının ardından yöre halkının sert tepkisi gösterilebilir. Söz konusu tepkinin nedeni, müziğin anlamı dışında anlamlandırılmasıyla ilgilidir. Bir mehter takımının herhangi bir şirket, tören ya da bayramlarda konser vermesi de anlam aktarımı uğraşıdır. Mehter müziği savaş müziğidir. Anlamlandırılması savaş ve Osmanlı kavramları ile netleşir. Günümüzde kullanım alanında ideolojik nedenler yatar. Konuyu genele yaydığımızda her ortam için herhangi müzik türünü kullanmak, müziği standartlaştırarak metaya dönüştürür. Standart müzik icra etmek amaç değ;il, yaşamın devamı için araç olur. Müzisyen üretimi ile endüstri içinde küçük çaplı işletmeye dönüşür.

Müziğin standartlaşmaya, endüstri içine girmeye yönelmesi beraberinde yabancılaşmayı doğurur. Meta olma hali sistem içinde olmayı ve sistemin yasalarına tabi olmayı gerektirir. Sanatın resmi ideolojiden uzak kendi yasaları vardır.

''Oysa hiçbir müziksel anlam ya da müzik hiçbir doğa hukuku tanımaz. Müzik aracının oluşumu, doğası, ona müzik üzerinde bir hakka, hukuka sahip olma izni vermez. Müzik toplumsal olana değil, doğal olana da kendi tarzında egemendir. ''

Genel olarak sanatın, özel olarak müziğin özelliği alternatif olması, kendi üretim sürecini bağımlı ve bağımsız belirleyebilmesidir. Metalaşan, endüstri içinde fiyatı olan eser aynı zamanda egemenlik aracına dönüşür. Yabancılaşmanın farklı odağında bulunan egemenlik aracı konumu müziği toplumdan koparak ilk evrenin tersine, toplumu yönlendirici rolü sayesinde siyasi erk zihniyetini aktarır. Tekdüze ritmli, hızlı tempolu, sözün önemsenmediği müzik ürünlerinin ortaya çıkışı bu nedenlere dayanır. Standart müzik kanalı sözel yapıda kısırdır. Sözsüz müzikte metafizik alana kaymak kolaydır. Sözlü müzik de iletide nettir. Söz toplumu anlamını gösterdiği gibi, topluma anlamlar, iletiler gönderebilir. Görüldüğü gibi bıçak sırtı alana en uygun örnek müzik; özellikle de sözlü müzik.

Sonuç
Müziğe birçok düşünür değinerek toplum içindeki işlevinin önemini vurgulamıştır. Müzik felsefesini daima filozoflar müziği tam olarak bilmeden yapmışlardır ve savları genelde soyut kalmıştır. Bu alanda en önemli çalışma yapanların başında Adorno gelmektedir.

O düzenli bir toplumda, nitelikli müziğin üretileceğini; nitelikli müziğin toplumu olumlu yönde başarıya götüreceğini, standartlaşmış müziğin kötülüğünü belirtir. Hatta müziği "mesih" olarak görür. Bazı yönlerden Adomo'ya karşı çıkılsa da, hala güncelliğini koruyan savlarının olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor.

Müzik gönderdiği ve gösterdiği ile kültürel yapının dinamiğini etkiler. İletiyi müzisyen gönderir, toplum algılar. Her ikisine de ağır sorumluluk yüklenmiştir. Toplum içinde herkes sanatın bir parçasıdır. Yalnızca aktif ve pasif olmak söz konusudur. Süreç her iki konumda diyalektik bir ilişki arz eder. İlişkiler sonucu sanat eseri yeniden ve yeniden yorumlanmak koşuluyla anlam kazanır.

Eserin üretim aşaması sunumuyla sonlanmaz. Aksine izleyicinin karşısında sürekli üretim söz konusudur.

"Kısacası sanat yapıtını anlama, o hangi yetilerimize hitap ediyorsa, bu yetilerle ve bu yetilerde onu yeniden yaratma demektir; yani zor bir iş"

Sürekli üretim eseri olduğu gibi toplumu-bireyi üretime (bilinç-kültür) anlamına gelir. Toplumun-bireyin sanat (müzik) bağımlı olması sanatı bilgece izlemesi dinlemesi gelecek açısından pozitif bir eylemdir.

                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...