Ana içeriğe atla

 

                  Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker

Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzikler farklı ortamlarda karşımıza çıkmaya başladı. Konserler tam da bu noktada önemli olmaya başladı. Konser atmosferi, düğün atmosferi vb. etkinliklerdeki toplumsal ortak ruhani etkileşimler bambaşka duygular uyandırır bizlerde. Planlı ve geniş katılımlı yapılan her türlü etkinliğin kökeninde ritüel tohumlarını görürüz. İnsanlık tarihi boyunca etkinlikler ve beraberinde yaşanan mistik atmosfer kültürel kodları paylaşmanın içselleştirmenin kapılarını açar. Aidiyet, değerli hissetme ve daha bir çok kişiye özel duygular bu ortamlarda farklı bir dominant etki yaratır.

Tüm bu nedenlerden ötürüdür ki, konsere gitmek, düğünlerde halay çekmek, cenazede acıyı paylaşmak, asker uğurlamak ayrı bir ruh halini en içten ve doğallığımızla yaşamamıza neden olur. Gideceğimiz olayın ne olduğunu bildiğimizden kendi ruh ayarlarımızı ona göre belirleriz. Konsere gitmek, konser repertuvarından haberdar olmak da insansı eylemlerimizin bir parçasıdır. Aynı gün yapılan onlarca konser etkinliğinden kendi ruh halimize ve estetik yargılarımıza uygun olanı seçer, zamanımızı planlarız. Bazen seçimlerimizden estetik açıdan mutlu olmayarak hayal kırıklıkları yaşarız. Konserlere giderken bu riski göze almalıyız.  

Öyle müzisyenler vardır ki, sizi asla yanıltmazlar ve süprizlerle doludurlar. Her konseri ayrı bir heyecan, ayrı bir estetik hazdır. Önemli olan müziğin sihirli dünyasına yaptığınız anlık yolculuğa sizi çıkaran kaptanın (sanatçının) ne kadar usta olduğudur. Vizyonu ve size kattıklarıdır. Entelektüellikten yoksun bir müzisyenin rutin performansı dinleyiciye ne katabilir. Müzikten haz almak sadece müzik eğitimlinin ve/veya müzik alanından insanların lüksü değildir. Müzik yaşamı hissetmeye çalışan her insanın en doğal öncelikleri arasındadır.

Müzikle uğraşanlar genellikle müzik tarihinden habersizdir. Müzik eğitimi alan bir çok kişinin müzik tarihini bilmediğine tanık olmuşumdur. Dönemlerin özelliklerinden tutun, bestecilerin tarihteki konumlandırılmasına kadar her türlü bilginin eksikliği müzisyenin en travmatik zaafıdır. Gittiğiniz bir konserde müzikal atmosferin nasıl olduğunu size nelerin beklediğini repertuvardan anlamak mümkündür. En çok dikkat edilmesi gereken durum ise, çalanların bir başka değişle sanatçıların kim olduğudur.  



Hakan Ali Toker konserleri bu anlamda beni daima mutlu eden, müzik dinleyicisini seslerin büyülü atmosferinde yolculuğa çıkaran nadir konserlerdendir. Bugün sizlere, onun hayatında dönüm noktası olan bir konseri anlatmak için bu yazıyı kaleme aldım. Sanatçı, çocukluğunda geçirdiği bir kulak “kazası” neticesinde hasar gören sağ kulağında kısmi bir işitme kaybıyla yıllarca yaşamış. Her şeye rağmen müziğe olan ilgisi onun mesleki kariyerinde ciddi kırılmalar yaratmış. Konservatuvar döneminde müziğe ve müzik tarihine bakışı “sıra dışı” olarak kabul edilir. Öğrencilik döneminde klasik ustalardan çaldığı eserleri bir daha çalmamak üzere sehpaya bırakacak kadar sıra dışı bir müzisyen... İşitme kaybının zamanla hissedilir boyutlara ulaşması onu amaliyat olmaya zorlamış. 6 Nisan 2023 tarihinde geçirdiği başarılı geçen amaliyatta sağ kulağına tüp takılması sonucu bambaşka bir ses evrenine doğduğunu ve bundan sonraki müzik hayatının ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası olarak ikiye ayrılacağını söyleyen Toker, bu kazanımı mümkün kılan doktorlara ve sağlık çalışanlarına teşekkür etmek için, onlara özel bir konser verdi.  

1 Haziran'da Nazlı Işıldak Müzik Akademisi'nde düzenlenen, daveti üzerine gittiğim “Doktorlara Şükran Konseri” nedeniyle kendisine “şükran”larımı sunarım. Muhteşem performansıyla yalnızca beni değil, tüm misafirleri etkilemeyi başardı. Onu dinlerken Kafka’nın Dönüşüm adlı eserini anımsamamak mümkün mü? Gregor Samsa’nın dönüşümü ve ardından gelen bambaşka bir yaşam alanı. Toker ameliyat sonrası değiştiğini, dönüştüğünü söyler. Bu dönüşüm onun sesler arasındaki mekanik bağlantıdan, seslerin evrenine keşif aynı zamanda farketme sürecinin başlangıcına yöneliktir. Önceleri rahatsızlığı nedeniyle var olan yarı farkındalıklı kompozisyonlar, ameliyat sonrası seslerin genetik kodlarının çözülmesiyle gelen estetik çığlıklar…

Hakan Ali Toker yaşadığı süreçte ses evreninin kulaktan dönüşen yapısı ile müziğine bambaşka değerler yüklemeyi başarmış, entelektüel çabalarıyla Türk müzik tarihine şimdiden yön verme eğilimi olan bir sanatçı. Sahne performansı, piyanodaki virtüozitesi ve interaktif etkinlikleri onu diğerlerinden ayıran özellikler. Konser repertuvarında seçtiği eserler ve müzisyenler, kendi ustalığını ortaya koyması açısından dikkat çekici.

Ancak "Doktorlara Şükran Konseri", Toker'in bilindik konserlerinden farklı bir repertuvara sahipti. Yıllardır "bilindik" eserlerin icrasından kaçınan, bu tür eserleri doğaçlama veya düzenleme yoluyla dönüştürerek icra etmeyi tercih eden sanatçı; yıllar sonra ilk defa klasik müziğin "standartları" denebilecek eserlerden oluşan bir repertuvarı, eserlerin özgün dokusuna hiç müdahale etmeden dinleyiciye sunmayı seçti. Öğrencilik yıllarından beri kenara koyduğu eserleri yeni kulağıyla tekrar keşfetmeye çıkmıştı.

Konser, Barok müziğin mihenk taşlarından Johan Sebastian Bach’ın Eşit Tamperemanlı Klavye adlı eserinin 1. cildinden sol minör Prelüd-Füg ile başladı. Dinlemeye değerdi. Bach’ın Chopin üzerindeki etkisini bu iki eseri dinlediğinizde daha iyi anlıyorsunuz. Felix Mendelssohn’un sözsüz şarkıları tam da Toker’in müzikal düşüncelerine tercüman olur nitelikte. Mendelssohn müziğin konuştuğuna inananlardan. Aynı zamanda döneminde Bach’ın yeniden popüler hale gelmesini sağlayan kişi olara müzik tarihine geçmiştir.  

Chopin, vatan hasreti çeken, göçebe ruhlu bir müzisyen. Ülkesine olan hasret ve aidiyet duygusunun izlerini eserlerinde kolayca bulabilirsiniz. Enstrümantal ballad Chopin tarafından icat edilmiştir. Kendine özgü tekniği ve besteleme stilinde Polonya halk müziği ve Bach etkileri yoğun olarak kendini hissettirir. Özel bir besteci olmasının yanında piyano ile özdeşleşmiş ve eserlerinin neredeyse tamamını piyano odaklı kurgulamıştır. Bu nedenle piyanoda farklı teknik ve tınıların arayışından vazgeçmemiştir. La minor Vals No.3 ve Do minor Noktürn No.13 konserin özellikle dikkat çeken eserlerindendi. Chopin denince akla ilk gelen piyano müziği parçaları olarak noktürnlerdir. Her ne kadar noktürn türü Chopin’den önce var idiyse de, onu geliştirip, müzik alanında özel bir repertuvar oluşturan kendisidir.  

Sırtını Norveç halk müziğine yaslayan bir besteci; Edvard H. Grieg. Chopin eserlerinden sonra Til Foråret Op. 43 (Bahara) ve Der var engang Op. 71 (Bir zamanlar) lirik parçaları, konser bağlamının ne kadar özenle seçildiğini gösteriyor. Kendisini İskandinav değil, Norveç müzisyeni olarak tanımlayarak aidiyet duygusunu özellikle vurgular. Sergey Rahmaninov’un Re Majör Prelüd’ü sol el tekniği açısından oldukça zorlayıcı bir dinamiğe sahip. Toker, bu ve benzeri parçaları zorlanmadan ustalıkla icra etme yeteneğine sahip.



Konserin son üç parçası, Toker’in sevdikleri için bestelediği eserler. Müthiş bir romantizmden beslenen ve çoşkunun zaman zaman hüzünle harmanlandığı naif, bir o kadar sofistike eserler. 5-6-1980'i eşine, Yarın Geldi adlı eseri kızına ithaf etmiş.

Hakan Ali Toker konserleri sıra dışı ve bir o kadar da keyiflidir. Dinleyiciyi müzikal açıdan besleyen ve aynı zamanda bilgilendiren açıklamalarıyla, müzik tarihi yolculuğu yaşatan, katı kurallı konser atmosferlerinden uzaktır. Konser planlarınız arasında mutlaka bir Hakan Ali Toker konseri olmalı… 
Not: Bu yazıyı Hakan Ali Toker için Andante dergisinde yayınlanmak üzere kaleme almıştım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 YAZMA SANATI EDEBİYATIN ÖTESİNDE BİR EYLEMDİR. Yazma sanatı ki biz ona genelde edebiyat diyoruz, daima müziğin gölgesinde varlık göstermiştir. Bu tezimize edebiyat alanında çalışanlar karşı çıkacaklardır. O zaman operayı, müzikalleri ve sadece Proust’u hatırlatmak yeterli olacaktır. Aynı zamanda müziğin edebiyat gibi kurmaca bir sanat alanı olduğunu savunanların karşısındayım. Edebiyat müziğe göre daha sınırlı metaforlar içinde hareket etmesine rağmen, müziğin sınırsız malzeme kaynağı besteciye özgürlük alanı sağlar. Müzik doğanın insana özgür hissettirebileceği belki de tek alandır. André Gide çalışması olan Chopin Üzerine Notlar adlı çalışma müzisyenlerin mutlaka okuması gereken kitaplar arasındadır. Kelimeler zihnimizi sınırlarken, ses ve sessizlik yapıt çerçevesinin sınırlarını kaldırır. Bu nedenle edebiyat literatürü müziğin engin denizlerine yelken açan yazarlarla doludur. Antik Yunandan zamanımıza uzanan edebiyat müzik birlikteliğinin zamanla ayrıştığı ve kendi çerçevelerin...
        Müzik ve Edebiyat İlişkisi Müziğin edebiyat ile ilişkisini irdelemeden önce, aslında sanatın kendi içinde ciddi olarak yapısal bir bağlantı ağı olduğunu söylemeliyiz. Her sanat alanı kendini bir başka sanat alanı ile besler. Sanatın kendi içindeki ilişkisini hiyerarşik olarak da ayırmak mümkündür. Gerçi bu ilişkinin hiyerarşisi nereden baktığınıza göre değişir. Arthur Schopenhauer müziği sanat hiyerarşisinde en üste koyar. Ona göre müzik ontolojik olarak katarsis görevi üstlenmiştir. Schopenhauer’e göre müzik önem ve değer açısından diğer sanat dallarını aşar. Çünkü müziğin yapısal özelliği, metafizik bir karakter taşır. Bir filozof olarak Schopenhauer müziğe diğer sanat dallarından daha fazla önem verir. Kendisi de her fırsatta flüt çalarak ruhunu dinlendirme egzersizleri yapar. Sanat dalları ilişkilerinde, resim-müzik, sinema-resim, edebiyat-tarih ve benzeri bağlantılar yapmak pekâlâ mümkündür. Müziğin her alanla çok rahat olarak bağlantılı olduğunu söyleye...
SANATTA YENİ BOYUTLARA DOĞRU Vural Yıldırım-Müzik Bilimci Batı merkezli düşüncenin değişik kodlama biçimleri vardır. Örneğin; mistik kavramını doğu için kullanır. Kendisinin daha rasyonel olduğunu belirtmenin en kolay yolu budur. Doğu her  yönüyle mistisizmi içinde barındırır. Batının rasyonalitesini almamış ve/veya reddetmiştir. İlahi dinlerin yanında zaman zaman doğu inaç sistemleri kamusal alanda gündeme gelir. Amerikalı film yıldızlarının Dalai Lama’nın etrafında toplanmalarını buna örnek olarak verebiliriz. Doğu belki de anlaşılması imkansız rasyonel yaşama aykırı, coğrafi-kültürel alan. Bu nedenle batının doğu tanımlaması içinde, biraz da etnosantrizm vardır. “Her yönüyle gelişmemiş bir medeniyet dünyası”. Bizler doğu mu? Yoksa batı mıyız? Bu sorun hala güncelliğini koruyarak tartışılmaya devam ediyor. Bize göre doğu neresi? Batı neresi? Bizim duruşumuz nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bu sorulara yanıt aramanın ötesinde ne olmak istediğimiz önemli. Bizler doğ...