4 Nisan 2013 Perşembe



                        MÜZİK BİLİM’DEN “HABERSİZ” MÜZİK YAZARLARI
                                        Vural Yıldırım-Müzikbilimci                                                                                   

Müzik ile ilgili her yazı, ilgi alanım olduğu için dikkatimi çeker. Müzik, önceleri benim için dinlenme-eğlenme aracı iken, şimdi; mesleğimin parçası, çalışmalarımın “nesnesi” haline geldi. Müzik yazıları da artık daha bir önem kazandı.

Yazılan her yazı süreç içinde tarihe mal oluyor.  “iyi” olması, “kötü” olması dışında tarihi belge niteliği her müzik yazısını önemli kılıyor. Müzik bilimci bu nedenle tarih konusunda hassas olmalıdır. Çünkü müziği müzisyenler yaparken, müzik tarihini müzik bilimciler yazmaktalar. Yazılar sonuçta literatürü oluşturarak  tarihin seyrine etki etmekteler.

Sayın Kemal Küçük’ün yazısını ( “Müzikbilimsiz Müziğimiz” Milliyet Sanat, Nisan: 2005) okuduğumda hem üzüldüm, hem de sevindim. Romantik Dönem etkileri taşıyan girişin ardından ilerleyen satırlarda “bilimselliğe” yönelerek temeli olmayan yargılara varıyor. Bundan iki yüz yıl sonra sayın Küçük’ün yazısını okuyanlar, Türkiye’de adı geçen kitaptan (Türk Beşleri) ve bölümden (Kocaeli Üniversitesi GSF Müzikoloji)  başka müzikbilim çalışmaları olmadığı kanısına varabilirler. Bu yazı farkında olmadan tarihe Malolup, önemli çalışmaların üstünü örtecektir. Eleştiri düşüncesi beni sevindirirken, yanlişlıkların ve ön yargıların çokluğu üzdü. Bu nedenle yazının sorgulanması ve sorunsallaştırılması gereğinin müzikoloji (müzik bilim) için de yararlı olacağını düşündüm.

Sayın Küçük, yazısının daha başlangıcında “…düşünce sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmaya ihtiyacımız var” diyor. Düşünce öznenin bir düşünme etkinliğidir ve bilgi üretiminin kökeni bu etkinliğe dayanır. “Bir gecede ‘müzikoloji’ye” dönüşen bölümlerden söz ederken, “gülen bir okul” diye söz ettiği okulun bölümünün nasıl “müzikoloji”ye dönüştüğünden haberdar mı? Bu okuldaki kadroların müzikoloji formasyonundan gelip gelmediklerinden haberdar mı? “Alaturka-alafranga, saray müziği-halk müziği, ulusal müzik-evrensel müzik gibi sonu gelmez tartışmaların, giderek üretimsizliğin ve sanatsal yetersizliğin kaynağına dönüşmesinde, müzikbilim çalışmalarının eksikliği yatıyor” yargısını verirken sayın Küçük nasıl bir bilimsel - istatiki çalışma yapmıştır? “Dünyanın en renkli ve eski halk müziği mirası üzerinde oturmamıza…” diye başlayan cümlesi, sadece etnosantrik bir bakış açısıdır ve bilimsellikle çelişir.

“Müzikbilimsel yetersizlikten” kastettiği nedir? Anlayamadım. Eğer  vurgulanmak istenen müzik bilimcinin entelektüel olması ise buna katılmamak mümkün değil.
Müzikoloji tanımının verilmeye çalışıldığı yazı, müzikolojinin sadece bir yönünü ele alarak kısır bir tanım ile geçiştirilmiş. Bestecilik ve icracılığı müzikoloji dışında tutma nedeni bu iki alanın elitist yaklaşımı diye düşünüyorum. Bilim snob ve elitist tavırlarla ilerleme sağlayamaz. Kaldı ki müzikoloji-etnomüzikoloji adına yapılan tanımlamalar neredeyse elli yıl öncesine ait. Aradan geçen yıllarda müzikoloji ve etnomüzikoloji –şimdi hepsi müzik bilimleri adı ile de söyleniyor- cephesinde hiç mi gelişme olmadı? Sayın Küçük, etnomüzikolojiyi tanımlarken modernist bir bakış açısının gölgesinden kurtulamıyor.

Ahmet Adnan Saygun’dan ve derleme çalışmalarından bahsedilirken sanki daha önce böyle çalışmalar yokmuş gibi davranılması, bilimin sorgulanabilme ve objektif olma özelliklerine ters düşüyor. “Müzik  teorisi konusunda yetersiz müzikologlarımız”dan kastettiği nedir? Böyle bir yetersizlik ölçülmüş mü? Yetersizlik söz konusu ise, yeterlilik veren kurum ve akademisyenler mi bu yazı ile sorgulanıyor? Kaldı ki yeterliliğin ölçüsü olarak verilen temel dersler (armoni, form bilgisi vb.) zaten her bölümde okutulan derslerdir. Fakat bu dersleri, ağırlıklı olarak müzikoloji bölümü değil kompozisyon bölümü verir. Müzikolog birçok disiplinle  ortak çalışma yapar. Yetersiz olduğu konuda ise ilgili alandan yardım alır. Böyle çalışmalar her disiplinde vardır. Artık bu tür çalışmalara bileşke çalışmalar denip, müzikolojiye ise bileşke bilim denilmektedir.

Sayın Küçük yazısının son paragrafında Türkiye’de müzikoloji çalışmalarının yeterli olmadığını, 1976 yılında kurumsallaşan müzikoloji bölümü ve ardıllarının ülkemiz müzik alanına katkı sağlamadığını ısrarla vurguluyor. Ardından tanıtımını yaptığı kitabın yazarını bir “müzikoloji mesihi” gibi öne sürüp yazdığı kitabı ise “müzikolojinin kutsal kitabı” imiş gibi göstermeye çalışıyor.

Müzikoloji Türkiye’de yüz yılı aşkın bir zamandır sürmekte ve hatta çok öncelere dayanmaktadır. Bu alanda yüzlerce kitap ve makale yazılmış, konferanslar verilmiş, sempozyumlar yapılmıştır. Türkiye’de müzikoloji, adı geçen kitap yazarı sayın Yılmaz Aydın’ın ülkesine dönmeden önce önemli bir yol kat etmiştir. Kendisinin yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitap müzikoloji için önemli bir boşluğu dolduracaktır. Buna hiç şüphemiz yok. Dediğim gibi yalnızca küçük bir boşluğu dolduracaktır. Müzikoloji alanının tamamını kapsamayacaktır. Kaldı ki “gülen bir okul ve ‘kitap diye tanıtılan bölüm ve kitap müzikoloji ekollerinden bir tanesi bazında çalışmaktadır. Yani Alman Ekolü ile. Sanırım sayın Küçük bu ayrıntıyı gözardı ediyor. Ayrıca önemli bir konuda Türk Beşleri tanımlamasının hiçbir bilimsel gerekçesi yoktur. Bu guruplama tesadüfidir.

Ben sayın Küçük’e eleştirilerinden ötürü teşekkür ediyorum Böylece müzikolojinin ve literatürünün önemi bir kez daha ortaya çıktı. Fakat kendisi bu alana biraz daha yakın olursa yapılan çalışmaları tek boyutlu görmeye son verir.
Aslında sorgulanması gereken bir kitap ve bölüm tanıtma uğruna yıllarca süren müzikoloji çalışmalarının göz ardı edilmesi.





17 Mart 2013 Pazar

TEMEL BESTELEME MALZEMELERİYLE ÇAĞDAŞ MÜZİK


Yazan: Seyit Yöre
Bağlam Yayınları Müzik Bilimleri Dizisi
Editör: Vural yıldırım




11 Mart 2013 Pazartesi


Müzik Sosyolojisi
Edip Günay
Bağlam Yayınları: 0212 243 17 27

"Müzik Sosyolojisi; doğayı göz ardı etmeksizin insan kültürü içinde bireylerin, sosyal grupların ve kuruluşların etkileşimlerinden oluşan gerçekleri müzikle ilişkili olarak araştıran denemelerden edinilmiş kuramsal bilgiler ile bu deneyimlerden yararlanılarak sistematikleştirilmiş bilgilerden oluşan bir çalışma alanıdır. Diğer bilim ve sanat alanlarında olduğu gibi, sosyoloji ve müzik sosyolojisi de kültürün diğer kurumları ile etkileşimdedir. Bu nedenle kitapta ilişkilerin incelendiği bir bölüm bulunmaktadır. Genel yaklaşım ise, "Kültürel Müzik Sosyolojisi" anlayışına uygun olarak nitelendirilebilir. Bu yapı ve içerik nedeniyle kitap aynı zamanda bir ‘Müzik Kültürü’ kaynakçısı olarak düşünülebilir."

Edip Günay

7 Mart 2013 Perşembe


SANATTA YENİ BOYUTLARA DOĞRU
Vural Yıldırım-Müzik Bilimci

Batı merkezli düşüncenin değişik kodlama biçimleri vardır. Örneğin; mistik kavramını doğu için kullanır. Kendisinin daha rasyonel olduğunu belirtmenin en kolay yolu budur. Doğu her  yönüyle mistisizmi içinde barındırır. Batının rasyonalitesini almamış ve/veya reddetmiştir. İlahi dinlerin yanında zaman zaman doğu inaç sistemleri kamusal alanda gündeme gelir. Amerikalı film yıldızlarının Dalai Lama’nın etrafında toplanmalarını buna örnek olarak verebiliriz.

Doğu belki de anlaşılması imkansız rasyonel yaşama aykırı, coğrafi-kültürel alan. Bu nedenle batının doğu tanımlaması içinde, biraz da etnosantrizm vardır. “Her yönüyle gelişmemiş bir medeniyet dünyası”.

Bizler doğu mu? Yoksa batı mıyız? Bu sorun hala güncelliğini koruyarak tartışılmaya devam ediyor. Bize göre doğu neresi? Batı neresi? Bizim duruşumuz nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bu sorulara yanıt aramanın ötesinde ne olmak istediğimiz önemli. Bizler doğu ile batının kesişme noktasında durduğumuza göre her iki yönün özelliklerini çok iyi bilen kavrayan bir zihniyete sahibiz. Doğulu değiliz. Fakat doğudan geldik. Batılı değiliz. Fakat yüzümüz batıya dönük.

Varolan bu durumun en iyi şekilde hayata geçirilmesi sanırım kültürün en önemli parçası sanatta görülmektedir. Yarattığımız eserler özgünlüğünü korurken biraz doğuyu, biraz da batıyı çağırıştırıyor. Tarihin süzgecinden akıp gelen birikimi, sahip olduğumuz bu zenginlikleri kullanmasını ne yazık ki hala öğrenemedik.

Binlerce yıl öncesindeki yarattığı uygarlıkla, hala kendi alanında hegomonyasını sürdüren bir Yunan Uygarlığını düşünelim. Kendi dışındaki tüm uygarlıkları “gölgeleyerek, üzerini örterek” gücünü ilan etmiş. Her alanda geçmişe yapılan göndermelerde Yunan izlerine ulaşıyoruz. Hala günümüz felsefi görüşlerinin temeli Yunan filozoflarına dayanıyor.

Dar alana sıkışmış Yunan uygarlığının, devasa Mısır uygarlığını nasıl gölgelediğini anlamak güç… Sonsuzluğu ve yüceliği bünyesinde barındıran Mısır yaşamı, nasıl olur da rasyonel yaşam alanına hapsolmuş Yunan uygarlığı karşısında pasifize edilebilir. Mısır uygarlığı bilinen en eski uygarlıklardan biridir. Bunun yanında Mısır sanatı günümüz sanatçılarına esin kaynağı olmaya devam etmektedir. “Evrenle bütünleşmek, sonsuzluk” uygarlığın bilinen temel özellikleri ve felsefi dayanağıdır. Tüm Mısır uygarlığı insanın makrokozmos içindeki önemli yerine işaret eder. Felsefesinde doğanın açıklanmasının ötesinde tanrısal gizemler ön plandadır. Ölüler kitabı, Piramit labirentlerindeki tuzaklar vd. hala gizemini korumaktadır.

Müziği bugüne gelinceye değin çeşitli evrelerden geçmiştir. Ölüm müzikleri (Requem), ve dans-tören müzikleri İ.Ö. 2500 yıllarına kadar uzanır. Tutankhamon’un mezarında bulunan altın ve gümüş trompetler müzikal yapının durumu hakkında ipuçları verir.

İkanografik çalışmalar Mısır müziğinin dönemine göre oldukça gelişmiş olduğunu ve diğer bölgeleri etkilediğini göstermektedir. Müziğin Mısır yaşamında önemli bir yerinin olması nedeni ile küçük çaplı orkestraların kurulduğunu bugün yapılan araştırmalar kanıtlamıştır.

Resim sanatı ise bir başka dünyadır. Sonsuzluğun ve evrenin sembolize edildiği heykeller resimler. Gizemin en belirgin örneklerini bu alanda görmek mümkündür. Müzik soyut yapısı nedeni ile bu sonsuzluğu resim-heykel kadar verememektedir.

Mısır yaşamı ve felsefesi, bir başka değişle Mısır’ın öteki yüzü resim ile resmedilmeye çalışılmıştır. Plastik sanatlar alanında Mısır hala cazibesini korumaktadır.  Mısır sanatı ve uygarlığı konusunda her ülkede önemli çalışmalar yapılmaktadır. Biz de ise bu konunun önemi hala anlaşılamamıştır.

Bir diğer önemli uygarlık ise Hint uygarlığıdır. Özellikle müzik alanındaki birikim müzikologların daima ilgisini çekmektedir.  Daha çok usta çırak ilişkisi içinde süren eğitim uzun yıllar alır. Öğretmen guru denir. Öğrenci gurusundan müziğin yanında Hint uygarlığı içinde şekillenen felsefeyi de öğrenir. Uzun çalışmalar sonucu başarılı olanlar ustalık mertebesine ulaşarak kendi başlarına sanat yaşamlarına devam ederler. Hint müziği tamamen çevresel koşullarda şekillenir.

Hint sanatının, özellikle müziğinin ilkeleri yabancılara göre “egzotik”, kendilerine göre ise ruhani ilkelere dayanır. Müslüman ve Hindu dinleri üzerinde şekillenen Hint uygarlığı günümüzde geleneksel yapısını korumakta ve sanatın ruhani yönündeki disiplin, inanç boyutuna sıkı sıkıya bağlıdır. Bu iki uygarlık batı sanatını, özellikle müziğini etkilemeye devam etmektedir.

Biz kültür olarak tüm bu uygarlıkların kesiştiği noktada kendi temellerimiz üzerinde şekillenecek sanatımızın tohumlarını ekiyoruz.



5 Mart 2013 Salı

    

 İstanbul'da Plastik Sanatlar ve Müzik                                    

                                                                    Vural Yıldırım-Müzik Bilimci

Plastik sanatlarda, özellikle resim alanından dostlarımızla zaman zaman bir araya gelerek sanat üzerine konuşuyoruz. Başlangıçta ressam ve müzisyenler arasında nasıl bir diyalog olacağına kuşku ile bakılmıştı. Bunu ben de çok doğal karşılıyorum. Resim ve müzik; 18. yüzyıla kadar tamamen birbirlerinden bağımsız, aralarında herhangi bir ilişki olmayan iki sanat dalı. Oysa şimdi görüyoruz ki, özellikle son yüz yıldır, resim ve müzik arasında her şeyden önce “dil” bağı kurulmuş. Bu bağ iki alanı birbirine eklemleyerek neredeyse yeni bir sanat alanı üretecek. Ressam ve müzisyenin konuşmalarındaki terminolojinin benzeşikliği, kimin hangi alandan olduğunu ayırt etmemizin zorluğu ile daha kolay anlaşılmaktadır.

Resmin dili müziğin dili ile, müziğin dili resmin dili ile ifade edilebiliyor. Örneğin, “senfoni” kavramı resimde, “renk” kavramı müzikte çok rahat kullanılmakta.



YALAN/Sanat Konuşmaları
76 Sayfa
0212 243 17 27


Ahmed Adnan Saygun’un pek bilinmeyen Yalan-Sanat Konuşmaları kitabı adlı 64 yıl sonra yeniden yayınlandı…
Ahmed Adnan Saygun’un 1943 yılında Ulus Gazetesinde yazdığı yazılardan derleyerek ilk defa 1945 yılında yayınladığı ve çoksesli müzikte ulusalcılıkla ilgili söylemlerini “Ben temsillerle söz söyleyeceğim” diyerek betimlediği bu kitabı, Müzikolog Seyit Yöre tarafından yayına hazırlanarak Bağlam Yayınları Müzik Bilimleri Dizisi içinde yeniden yayınlandı. Yalan-Sanat Konuşmaları, Bağlam Yayınları’ndan daha önce yayınlanan Biyografya 5-Ahmed Adnan Saygun adlı çalışmadan sonra Ahmed Adnan Saygun’la ilgili ikinci kitaptır. Yalan-Sanat Konuşmaları, Saygun’un görüşlerinin yanı sıra Seyit Yöre’nin çeşitli açıklamalarıyla da desteklenmiştir. Yalan-Sanat Konuşmaları, sadece müzik alanını değil, Ahmed Adnan Saygun’un işlediği konular itibariyle, Edebiyat, Felsefe, Tarih, Sanat Tarihi ve Sosyoloji gibi birçok alana da fikir verebilecektir.


Yerellik ve Müzik
Vural yıldırım-müzikbilimci


Sanat her zaman yeni bir başlangıçtır. Hangi sanat dalı olursa olsun, eserlerin zamanı yoktur. Onlar geçmişten bu günden ve gelecekten izler taşırlar. Müzik bu alanda belki de en şanslı olanıdır. Gerçi müziğin kayıt altında olmaması, onu uzay boşluğunda “yok olmaya mahkûm eder” gibi düşünülmesine yol açsa da, sesler her daim varlığını sürdürür.

Resimler tual üzerinden bizlere seslenirken, sanki alay eder gibidirler. Renk ve biçimler bize dayatılan kompozisyonlardır. Zamanın tanıklığına renklerin armonisi kanalı ile şahit oluruz.
Ressamın tual üzerine hapsettiği dünya tasarımı, bizlere sadece ironik göndermelerde bulunur.

Müziğin doğasında ise durum daha karmaşık ve bir o kadar da naiftir. Müzik bizlerle sadece sesler kanalı ile iletişim kurmaz. Aynı zamanda irrasyonel dünyamızda da imgeler yaratmamıza yardımcı olur. Böylece müzikal kompozisyonlar, ikinci bir boyutta kafamızda yeniden şekillenir.

Sanatın işlevselliğine inanan biri olarak yaşamın her alanında olması gerektiği kanısındayım.
Sanat yaşamımıza ne kadar nüfus ederse, insanlar arası iletişimin boyutları da bir o kadar çoğalır. Bu konuda en büyük sorumluluk yerel yönetimlere düşüyor. Artık sanat alanındaki etkinlikleri sadece devletten beklemenin doğru olmadığını biliyoruz. Yerel yönetimler ve STK’lar ne kadar aktif olurlarsa, müzik, resim, tiyatro, sinema vd. alanlar daha üretken ve dinamik olacaktır.
Müzik konusunda özellikle Küçükçekmece Belediyesi ciddi atılımlar yaparak dinleyiciyi memnun etme çabasında. Gerçi sanatın tüm dallarında etkinlikleri olmasına rağmen kendi alanım olma nedeni ile bu konuda daha hassasım. Müzik etkinliklerini icra ve eğitim olarak iki yönlü sürdüren Küçükçekmece Belediyesi, geleceğin müzisyenlerini ve müzik dinleyicilerini hazırlama açısından da önemli çalışmalara imza atıyor. Küçükçekmece Müzik Akademisi bu alanda atılan en önemli adımlardan sadece bir tanesi. İTÜTMDK işbirliği ile başlatılan proje, müzik alanında yetenekli gençlerin kendi kabuklarından kurtularak, sahnelere yönelmeleri konusunda teşvik edici olması bizleri sevindiriyor.

Küçükçekmece Belediyesi Oda Orkestrası ise başlıbaşına ulusal düzeyde müzik kültürü açısından önemli bir adım. Orkestranın en önemli misyonu, Türkiye müzik kültürünün gelişiminde kaynak olan türlerin harmanlandığı repertuar ile dinleyici karşısına çıkmak. Sanat özellikle müzik toplumsal dinamiklerin yoğunluğu arasında filizleniyor. Dünyanın durumuna baktığımızda, “müzik neden bu kadar önemli ve gerekli?” sorusu biraz daha anlam kazanıyor.

Belediyelerin müzik eğitimine yönelmeleri, toplumsal alandaki yaşam düzeylerinin gelişimine katkı sağlarken, aynı zamanda zihinsel olarak da ihtiyaç duyulan bireylerin hazırlanmasında katalizör işlevini sağlıyor. Müzik dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de temel ihtiyaçlar arasında algılanıyor. Sabah başlayan etkinliklerimizin her anında neredeyse müzik bizimle birlikte varlığını sürdürüyor. Kitap okurken, film içinde, yemek yerken, alışverişlerde vd. tüm alanlarda müziğin bizi gölge gibi takip ettiğini görüyoruz. Yoğunluğunu bu kadar hissettiğimiz müzik acaba bizim için “nesne mi yoksa öznemi?” sorunsalı hala tartışılan bir konu. Bu sorunun yanıtını vermektense okura bırakmak ve biraz da dinlemek yerine düşünmek…




  Camille Saint Saens: Alegoriden Sanata Konser Arkası dergisinde sanat ve alegori üzerine yazdım. yazının tamamı için aşağıdaki linki tıkla...