MÜZİK VE SİYASET METAFORİK ALGI
Toplumsal farkındalığı yaratmanın çeşitli yolları vardır. Sanat bu
yollardan sadece bir tanesidir. Manipülasyon ve algı çalışmaları insanlar için
negatif kültürel birikime neden olmaktadır. İnsanlar arası etkileşim ve bir
arada olma halinde temel nokta iletişimdir. İletişim ses ve “dil” kanalıyla
gerçekleştirilmektedir. Seslerin kullanılma noktasında yapılan çalışmalar, ses
tabanlı sanatları ortaya çıkarmıştır. Müzik bu anlamda etkileyici bir güce
sahiptir. Ortak bilinç ve kültürel paylaşımın kodlarının müzik kavramıyla
değerlendirilmesi, psikanalitik bir olgu gibi görülebilir. Ses, melodi ve müzik
serüveninin insan bilincine yönelik mekân konumlanması, ciddi bir propaganda
alanı yaratmaktadır. Müzik kendini sanat ve toplumsal olaylardan soyutlama
yoluna gitmez. Yapısı gereği, toplumun tüm dinamikleriyle iç içe varlığını
sürdürür. Bu tezimize karşı çıkanlara, müziğin bir kültür üretim alanı olduğunu
hatırlatmamız yeterlidir.
Müzik üzerine söylem üretmek, müziğin aşkın yapısından kaynaklanır. Söylem
ve müzik birbiriyle örtüşmenin ötesinde, metaforik düzeyde anlamlandırılmayı
seçerler. Müzik ve siyaset ayrılmaz ikili olmanın ötesinde, yapısal ilişki
içinde varlıklarını sürdürürler. Bir başka değişle, müziğin neresinden
tutarsanız tutun, kendinizi toplumsal dinamiklerin içinde bulursunuz. Savaş,
siyaset, ayrımcılık, kölelik, popülerizm, cinsiyet ayrımcılığı, moda vb.
kavramlar bir noktada müzik ile birleşme eğilimindedirler. Müziğin kendisi bir
alan teşkil etmese de, müzisyen kendini yukarıdaki kavramlar ile ifade etme
özgürlüğüne sahiptir. Bu durumda müzikbilimciler müzik kavramını kültürel
bağlamda ele alırken, müzisyenin kimliğini, savunduğu değerleri nasıl görmezden
gelecektir?
Hanns Eisler, müziksosyolojisinde nerede durmalıdır. Müziğini anlatırken
savunduğu değerleri ve siyasi görüşlerini görmezden gelmek, müziğinin bir
parçasını reddetmek anlamına gelir mi? Yaptığı çalışmaların nasıl bir kültürel
altyapı içinde şekillendiğini estetik ve politik analiz ile ortaya koymak
gerekir. Çok yönlü bir Sanat insanı olan Bertolt Brecht’i müziğe gönderme
yapmadan anlamamız mümkün değildir. Tam bir sahne sanatları uzmanı olan Brecht,
şiir, tiyatro ve müziğin birlikteliğini kendine özgü yöntemiyle ve savunduğu
görüşler ile birleştirmeyi başarmıştır. Walter Felsenstein müzik adına
nitelikli çalışmalar yapmasına rağmen, kendisi belirli bir siyasi görüşün
savunucusu olarak da kabul görür.
Wagner ve müziğinin Yahudi kimlik açısından negatif duruşuna söylenecek söz
yok. Wagner’in müzik tarihindeki yeri, Hitler dönemi konumlanması nedeniyle
gölgelenmiştir. Yazdığı bir makalede Yahudilik hakkındaki görüşleri ve siyasi
bakış açısı, müziğinin ötesine geçme derecesinde tarih kayıtlarına geçmiştir.
Özellikle Almanya’da 1933 yılı siyaset ve müzik tarihi açısından incelenmesi ve
dikkat edilmesi gereken bir dönemdir. Siyasi tansiyonun yoğunlaştığı, savaşın
ayak seslerinin duyulduğu bu dönem içinde müziğe ideolojik yansımalar damgasını
vurmuştur. Kimlik, millet, kültür vb. sosyolojik tanımlamaların inşası ve
sağlam zemine oturtulmasında müzik ve müzisyenler de kendi aralarında
bölünmüştür. Öte yandan Jacqueline du Pre’nin müzikal kimliği ve yaşam
serüvenini siyasetin neresine oturtacağımız ayrı bir tartışma konusudur.
Müziği salt romantik değerlendirmelerle açıklamanın mümkün olmadığını,
müzik tarihi ve siyaset ile olan ilişki nesnelliğine bakmak yeterlidir. Gerek
Antropolojik, gerek sosyolojik veriler bizleri müziğin daima, siyaset, savaş
vb. dinamiklerle ayrılmaz ironik bağlarını kabul ettirmeye zorlar. Savaşlarda
ve siyaset meydanlarında propaganda ve manipülasyon temelli müzik kullanımı
tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Sosyolojik dinamikler ve alt kültürler
kendilerini ifade etme ve bir arada olma dürtüsünü güçlendirmek için sanat,
özellikle de müzik alanından yararlanmaya devam etmektedirler.
Müziğin tarihi serüveninde siyaset alanına yönelik nötr halinin imkansız
olduğunu müzisyenlerin toplumsal konumlarından görebiliriz. Müzik türlerini
genel yargı ile bir yerlere kanalize ederken, müzisyenlerin özgün aidiyet
söylemlerindeki kodları dikkatlice çözmeliyiz. Rock, Protest, Özgün, Rap kısaca
Undergraund müziklerin, müzikal sistemde değil, toplumsal sistemde var olma
mücadelesi ve sözlerin tepkiselliği siyasetin ta kendisidir. Bu savımızı ne
kadar çok örnek ile açıklasak da müzik sosyolojisi açısından yine de net
verilere ulaşmak zordur. Bazen müzikal alanda anlam kaymaları yaşanır. Bir
kültürde kabul gören müzik, başka bir kültürde farklı algılanır. Bir grupta,
kutsallığı olan müziğin başka bir grupta bir anlamı yoktur. Bir sosyallik
içinde toplumsal harç olan müziğin-melodinin başka bir grupta kullanılarak
içeriğinin boşaltılması mümkündür. Marjinal gruplarda olmazsa olmaz olan
müzikal estetik algı ve sözlerin manipülasyonu, popüler kültür içinde yok olup
anlamını yitirebilir.
Siyaset ne kadar popüler alana yönelirse, müzikal yapının da karadelik gibi
o alana çekilerek, varlık sebebi anlamını yitirebilir. “Kutsal” ve “saygın”
olan bir sanatçı ve eserleri zaman ve tarihin şeytani hesapları karşısında
silinip yok olabilir.
Entelektüel alanın zayıfladığı ve tarih bilincinin yok olduğu bir dönemde,
müzikal kültürün siyaset içindeki direngen ve muhalif ruhu beslenme
kaynaklarını yitirme aşamasına gelmektedir. Kendilerini aktif siyaset alanında
görmesek te, Ruhi Su, Ozan Arif, Fatih Kısaparmak, Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli,
Aşık Mahsuni Şerif, Muhlis Akarsu, Mustafa Yıldızdoğan, Hasan Sağındık, Esat
Kabaklı, Ozan Nihat, Yusuf İslam, Sami Yusuf, Ender Doğan, Alper Kış, Selda
Bağcan, Aykut Kuşkaya ve adını sayamayacağımız müzisyen ve gruplar toplumsal
yapı içinde nerede durduklarını kendileri belirlemektedirler. Her müzisyenin
kabul gördüğü sosyallikler kanalıyla sanatçı statülerini devam ettirmeleri söz konusudur.
Dünya müzik literatüründe sınıfsal mücadele, savaş karşıtlığı ve çevre
sorunları konularında müzisyenlerin hassasiyetini, şarkı sözlerinden ve
katıldıkları etkinliklerden analiz etmek mümkündür. Savaş müzisyenlerin
karşısında oldukları insanlık dışı bir eylemdir. Savaşa zemin hazırlayan siyasi
tıkanmışlıklar, hümanist zihniyetin görmezden gelinmesi, müzisyenlerin bu
konulardaki tavırlarına ve eserlerine yansımaktadır. Burada sorgulanması
gereken, müzisyenin olumsuzluklar karşısındaki tavrı mıdır? Yoksa insanlık dışı
savaş vb. eylemler karşısındaki sessiz kalmak mıdır?
Kaos, savaş, toplumsal olaylar, sanatın malzemesi ve insanların umudu olma
temelinde Müzisyen metaforik misyon üstlenmektedir. Müzisyen insani
duyarlılığını ve hassasiyetini sessizlik dışı eylem olan müziği ile kitlelere
sunarak farkındalığını gerçekleştirir.
Müzik siyasetin her ne kadar dışında görünse de toplumsal dinamikler müziği
ve müzisyeni kara delik gibi kendine doğru çekmektedir. Bir başka değişle
müzisyen sosyolojik ve antropolojik dinamiklerden kendisini soyutlaması mümkün
değildir. Kadim dönemlerden beri, şiddet, korku, yıkım, ruha etki eden olağanüstü
seslerle ifade edilmektedir. Ritüel ve törenlerde müzik bu sesler armonisi
kanalıyla yukarıda saydığımız kavramların kompozisyonu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Şamanist ve animist ayinlerde müzikal kompozisyon insanların
biyokimyasını etkileyerek manipüle odaklı araç unsurudur. Propaganda
içeriklerinde ve çalışmalarında müziğin ciddi bir kanal olarak sanatsal
özelliğinden koparıldığına şahit olmaktayız. Püriten müzik dışında, toplumsal
zeminde müziğin ve müzisyenin dinamiklerinin, kültürel bağlamdan ayrı
düşünülmesi söz konusu değildir. Müzisyeni, kompozisyonunun kendisinden
bağımsız kitlelerce ve siyaset alanında kullanılmasındaki negatif durumdan
sorumlu tutmak adilane bir bakış açısı değildir. Dolayısıyla siyasilerin savaş
oyunlarında müzisyenleri “günah keçisi” olarak göstermenin haklı bir gerekçesi,
dayandığı tarihsel bir zemin bulunmamaktadır. Bırakın müzisyenler savaşların,
yıkımların olduğu dönemlerde barışın, umudun seslerinden kompozisyon üretmeye
devam etsinler.
Vural Yıldırım-Müzikbilimci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder