ULUSAL TELEVİZYON KANALLARINDA GÖRSEL-İŞİTSEL
OBJE OLARAK KADIN
Vural Yıldırım
– Yrd. Doç. Dr. Tüba Karahisar
Özet
Marks’ın
beşli şemasını göz önünde bulundurduğumuzda feodal dönemden günümüze kadının iş
yaşantısına katılış biçiminde önemli değişiklikler olmuştur. Sanayi devriminin
ardından gerek kamusal alanda gerekse hizmet sektöründe yer alan kadınların
sayısı hızla artmıştır. Günümüzde medyada; yazılı basında arka sayfa kapak
güzeli olarak, internet gazeteciliğinde tıklanma sayısını arttırmak amaçlı
foto-galerilerin içinde, ulusal televizyonlarda ise reklamlarda, kliplerde,
dizi-filmlerde kadının temsili çoğunlukla cinselliği üzerinden olmaktadır. Bu
çalışmada özellikle ulusal televizyon kanallarında kadının temsili literatür
tarama ile aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler:
Medyada kadın, kadının temsili, müzik.
Abstract
WOMEN AS AUDIOVISUAL OBJECT AT
NATIONAL TELEVISION CHANNELS
When
we consider quin table of Marks, important changes at attendance type of women
to business life have been occured from feudal period to today. Following
industrial revolution, number of women in either public area or service sector
has been increased rapidly. Today, in media, representation of women is mostly
focused on sexuality at printed media as endleaf beauty, among the
photo-galleries to increase number of clicking at internet journalism,
advertisements at national televisions, clips, serials. In this study,
representation of women especially at national television channels has been
tried to be enlightened through literature scanning method.
Key Words:
Women in media, representation of women, music.
GİRİŞ
“Kadın”
- “kadınlık” kavramını, kavramın kendisi
üzerinden açıklamanın mümkün olmadığını, disiplinler arası çalışmalar bize
göstermiştir. “Yaşamla ilgili temel sorunların çözümü, kökenlerle ilgili
sorular cinsel olandan geçmeden çözülemez. Batı dillerinde kullanılan ‘seks’
sözcüğünün ‘section’ yani bölünme sözcüğünden geldiğini anımsamak, cinselliğin
hem kadın/erkek olarak ayırıp hem de birleştirdiğini gösterir.
“Cinsiyet
kimlikle ilgili bir olgu olarak çıkar karşımıza yani kimlik kartına yazılan bir
olgu olarak. Ancak, bir cinsiyete ait olmak ötekine ait olmamak demektir, bu da
başkasılığa (altérité) gönderme yapar” (Parman, 2007: 121). Kadın ve erkek
kavramlarının psikanalitik açılımından öte, tarihi sürece baktığımızda durum
biraz daha karmaşıktır. Dini açıdan özellikle Gnostik düşüncede Havva’nın
Gnosise ilk ulaşan olduğu için Adem’den üstün olduğu kabul edilir. Bu nedenle
de dişi tanrısallığı kabul etmişlerdir (Martin, 2010: 74-77). Gerçi Bazı kaynaklarda da “cennetten kovulma” nın
nedeni olarak gösterilen dişi sembol nedeni ile kadınlar özellikle ortaçağda
“şeytani” varlık olarak düşünülmüştür. Kadınlık ve Erkek olgusunun tarihin her
döneminde karşılıklı bir “iktidar” mücadelesi içinde olduğu bilinir.
Bilmediğimiz bir nokta ise genelde tarih yazıcılarının da erkeklerden oluşması,
bir eril tarih bakış açısı yaratmış ve tarihin aktarımında bu durum erkeği öne çıkarmıştır.
Eril tarih yazımı ve buna bağlı olarak yöntemlerin oluşturulmasından sonra
gelişen feminist akım, bu çelişkiler arasında kendi bakış açısını hala yaratma
mücadelesi içindedir.
Tarihi
çalışmalarda bakılan yer neresi ise, sonuç o noktadan şekillenmektedir. Bazı
kaynaklar erkeğin egemen olduğu tezini inatla savunurken, bazıları ise kadının
tarih sürecinde ciddi olarak bazı toplumlarda ön planda olduğunu söyler.
Örneğin, Yasemin Tümer Erdem ve Halime Yiğit’in hazırladığı çalışmada, kadının
özellikle İktisadi hayattaki yeri incelenmiş ve kadınlar lehine önemli bulgular
ortaya konulmuştur. Araştırmacılara göre; kadın ve erkek Türk toplumunda eşit
kabul edilen bir durumdadır (Yiğit ve Tümer, 2010: 13). Tüm bu veriler ışığında
bile cinsiyet üzerine yapılacak çalışmalarda, araştırmacının, dikkatli ve
derinlikli çalışma yapması zorunludur. Kadın tarihte her alanda özellikle
üretimde var olmuş, fakat görmezden gelinmiştir. Marksist bakış açısına göre
ise, işbölümünde kadın eve kapanarak toplumsal yapı içinde, iktidarı erkeğe
bırakmıştır.
Müzik
dünyasında önemli çalışmalara imza atmış kadınlar olmasına rağmen, bu konuda
sağlıklı bilgiler, ancak tozlu raflarda gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Yine
de sorgulanması gerekenin, iktidarı yaratan cinsiyet mi? Cinsiyetlerin ben
kadınım ve/veya erkeğim diyerek iş yapması mı? Bireyler yaptıkları işte
cinsiyet temelli düşünmedikleri sürece iktidar kavramı muğlaklaşacaktır. Bunu
başarmak için öncelik yaptığımız işte olmalı.
“Besteci
olmamın ve beni beste yapmaya iten sebeplerin, ilk bakışta kadın olmamla ilgili
olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, böyle bir ilişki varsa dahi, bunun, muhtemelen
işin içinden çıkılamayacak kadar derin psikolojik nedenlerini irdelemek, pek de
içimden gelmiyor” (Gedizlioğlu, 2011: 57). Bu sözleri bir kadının, kadın olarak
değil, besteci-müzisyen olarak iktidar savaşının neresinde durması gerektiğine dair ciddi bir tavır
olarak değerlendirmek ve bu kanaldan algılamak gerekir.
Kadınlar
genellikle müzik alanında önemsenmemesine rağmen, müzik konularında merkez
noktadadır. Önemsenmemenin asıl nedeni ise yazarların erkek olmasındandır. Yine
de kadınlar müzik alanında varlık gösterebilmişler ve tarihte önemli katkıları
ile bir boşluğu doldurmuşlardır.
Maddelena Casulana (1544-1566) müziğini profesyonel olarak yayınlayan ilk
kadın bestecidir. Uzun yıllar sonra Kadınlar müzik alanındaki varlıklarını
perçinlemişler ve bir adım ileri giderek Kadın
Besteciler Birliği’ni kurmuşlardır (Tunçdemir, 2004: 6).
Müzik
konusunda sembolleşmiş bir kadın ismi göstermek gerekirse şüphesiz akla ilk
olarak Clara Schumann gelmelidir (Güneyman,
2011: 56). Onun müzik yaşantısı başlıbaşına bir mücadele örneğidir. Eşinin
gerisinde durması, ona destek olması, ilk notasız çalan kişi olarak müzik
tarihine geçmesi ve diğer çalışmaları onu müzik tarihinde ayrı bir yere
konumlandırmamıza neden olur.
20.
Yüzyıl başına kadar kadın ve erkeğin mücadelesindeki gelişmeler, teknolojinin
ivme kazanması ile başka bir boyuta çekilir. Mücadele artık siyasi alandan,
yaşamın her alanına yayılma göstermiştir. Özellikle medyanın teknolojik
sıçrayışı kadın erkek ilişkilerinin yeniden sorgulanmasını gündeme getirmiştir.
Medyanın gelişmesi, ürün pazarlamasına yeni bakış açıları getirirken, aynı
zamanda kullanılan simgelerin cinselliğe kayması dikkat çekici bir olgudur. Bu
noktada insan zafiyetleri açık bir şekilde dikkate alınmakta ve alakasız
ürünler cinsel objelerle özellikle kadın olgusu ile pazara sunulmaktadır.
Medyada
kadının yer aldığı alanlardan bir de televizyondur. Televizyon, sesin ötesinde
görselliğin kullanıldığı en önemli kamusal iletişim aracı olarak yaşantımıza
girmiş bulunmaktadır. Yayın giderlerinin reklam gelirleri ile karşılandığı
düşünüldüğünde, pazarlama stratejilerinin şekillenme biçimleri de ortaya
çıkmaktadır. Kadın burada yine bir fenomen ve ürün sunun objesi niteliğine
bürünmüştür.
Televizyon,
hayatımızda yer almaya başlamasıyla birlikte hiç kuşkusuz vaktimizin de önemli
bir kısmını işgal etmeye başlamıştır. İnternetin yadsınamaz popülerliğine
paralel olarak televizyon izleme alışkanlığı da toplumumuzda artış göstermeye
devam etmektedir. İlk televizyon yayınının yapıldığı günden günümüze toplumsal
yapıda, sosyo-kültürel yapımızdaki değişiklikler yapılan yayınlara,
programlara, haber sunumlarına da yansımıştır. TRT’nin kadına biçtiği
geleneksel rollerle 1990’dan itibaren yayına başlayan özel televizyonların
kadına verdiği rol bir hayli farklıdır.
Konuya
iki yönden yaklaşabiliriz: İlki kadınların ulusal kanallarda yer alma biçimi,
ikincisi de medyadaki yayınları izlediklerinde kadınların durumu algılama
biçimleri. Ayrıca medya sektöründe erkek egemenliğinin bariz biçimde
hissediliyor oluşu, yayınlardaki kadın olgusunun önemini bir kat daha
arttırmaktadır. Çünkü kadının bir meta olarak görülmesi ve eril söylemin
baskınlığı yine en çok kadınları rahatsız etmektedir. Yazılı basında genellikle
üçüncü sayfa haberlerine konu olan kadın, magazin programlarında ve haberlerde
ezilen, mağdur olan, cinayete kurban gitmiş, aldatılan, statüsü düşük işlerde
çalışan, siyasal-sosyal ve kültürel alanda yer edinememiş olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kadın ya geleneksel roller içinde gösterilmekte ya da cinsel obje
olarak sunulmaktadır. Bu ikili yapı gösterilerek bir taraftan da kadına hangi
rolü benimsemesi gerektiğinin mesajı verilmektedir. Medyadaki kadının
metalaştırılması; kadının kimliksizleştirilmesine, toplum yaşantısında ikinci
planda tutulmasına, tüketim nesnesi olarak görülmesine sebep olmakta ve medyada
ayrımcı bir dil üretilmesini körüklemektedir.
1.
TELEVİZYONUN
İŞLEVLERİ
Sosyologlar,
radyo ve televizyonun işlevleri noktasında şu maddeleri sıralarlar: Haber
verme, eğitme, eğlendirme, ürün ve hizmetlerin tanıtımı, ikna etme. Bütün bu
işlevlerin nihai hedefi, davranış değişikliği yaratmaktır (Aziz, 2006: 69-70).
Yayıncılığı kamu yayıncılığı ve ticari yayıncılık olarak ayırdığımızda bu iki
yayıncılık tipinin birbirinden çok farklı amaçları olduğu görülür. Kamu
yayıncılığının amacı, seyirciye ulusal kimliği aşılamaktır. Ticari yayın
kuruluşları ise seyirci sayısını arttırarak reklam verene satmayı hedefler.
Kamu yayıncılığının önceliği yayınların kalitesi iken ticari yayın kuruluşları
için öncelik izlenme oranında başta olmaktır (Yazıcı, 1999: 13). TRT’de
yayınların oranları, dönemler göz önüne alınarak planlanırken özel kanallar ise
eğlence-show amaçlı yayınları tercih etmektedir. Bu eğlence programlarının çoğu
da yurt dışından alınan müzik yayınları ile show programlarıdır (Aziz, 1999:
140).
2.
YASAL
DÜZENLEMELER VE KADIN UNSURU
Dördüncü
Dünya Kadın Konferansı’nda (Pekin-1995) kadınların medyada yer alışının,
dengeli ve klişeleşmiş yargılardan uzak tanımlanması gerektiğini vurgulamıştır
(Castellanos, 2008: 38). “Ülkemizde işitsel ve görsel yayıncılığa ilişkin
mevzuat olan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun’un yayın ilkeleri başlıklı 4. Maddesinin (d) bendinde insanların cinsiyet
ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması, (s)
bendinde program hizmetlerinin bütün unsurlarının insan onuruna ve temel insan
haklarına saygılı olması, (u) bendinde karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik
edilmemesi ve (v) bendinde yayınların şiddet kullanımını özendirici nitelikte
olmaması hüküm altına alınmıştır. Ayrıca Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas
ve Usülleri Hakkında Yönetmeliğin 3. Bölümünde reklamların ırk, cinsiyet veya
milliyet alanlarında ayrımcılık içeremeyeceği belirtilmiştir (T.C. Başbakanlık
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Politika Dokümanı-Kadın ve Medya, 2008: 7).
Uluslar
arası bir incelemeye göre, dünyada kadınlar medyada istihdam edilme açısından
ikincil durumdadır. Dünyada kadınlar, radyo muhabirlerinin %28’ini, basın
çalışanlarının %26’sını, televizyon muhabirlerinin %36’sını oluşturmaktadır.
Televizyon haber sunucuları oranında kadınlar %56 ile öndedir ancak 35 yaşından
sonra bu oran fiziksel görünümün değişmesine paralel olarak düşmektedir (Bilton
vd., 2008: 151).
Medyada
yönetici ve karar verme mekanizmalarında görev alanların çoğu erkektir. 1980’li
yıllardan sonra kadın çalışanların sayısında artış gözlense de beş çalışandan
yalnızca biri kadındır. Bu durumda da sistem en baştan erkek egemen değerlerle
şekillenmeye başlamıştır (Bek ve Binark, 2000: 6).
MEDİZ
(Medya İzleme Grubu)’in yaptığı bir araştırmaya göre; yazılı basında, yayın
yönetmenlerinin tümü erkektir. Köşe yazarlarının %12’si kadın, haber
kaynaklarının ise yalnızca %18’i kadındır. Ulusal televizyon kanallarında
siyasi tartışma programı yapanların hepsi erkektir. Ulusal haber kanallarında
ana haber yönetim kadrolarının %16’sı kadınken, ana haberlerde dış seslerin
%25’i kadındır (www.ilef.ankara.edu.tr/etik/wp-content/uploads/icindekiler.pdf
).
3) ULUSAL TELEVİZYON
KANALLARINDA SUNULAN KADIN İMAJI
Cumhuriyet
döneminde kadınların iş hayatına girmesini teşvik eden reklamlar yapılmıştır.
Bu dönemin reklamlarında kadınlar, hem ekonomik bağımsızlığını elde etmiş hem
de ev işlerini yapan kadın olarak gösterilmiştir. Kadınlar 1950’lere kadar
hemşire, sekreter, daktilo yazan rollerinde sunulmuştur (Temel ve Korkmaz, 2009,:
518).
1970’lerde
TRT’de haber spikeri olarak işe başlayan Jülide Gülizar ile TRT Genel Müdürü
İsmail Cem arasında şöyle enteresan bir diyalog geçer: İsmail Cem, Jülide
Gülizar’a “Siz televizyonda haberleri okurken kendimi güzel bir resim
izliyormuş gibi hissediyorum” der. Gülizar, bu sözler karşısında şaşırır fakat
Cem, “Ben görünüşünüzle ilgilenmiyorum. Televizyonda son derece başarılı bir
Türk kadını görüyorum. Çirkin görünebilirsiniz; fakat başarınız bütün olumsuzlukları
yok ediyor” diyerek kendisine endişe etmemesi yönünde telkinde bulunur.
İlerleyen zamanlarda İsmail Cem ve danışmanı Mehmet Barlas, tüm dünyada haber
spikerlerinin erkek olduğu, izleyicilerin kadın spikerlerin bedenlerine
odaklanmaları gerekçeleriyle Gülizar’ın işine son verir. Cumhuriyet ideolojisi,
kadınların iş yaşamına katılmasını dişiliklerini geri plana atmaları koşuluyla
onaylamıştır (www.globalmediajournaltr.yeditepe.edu.tr
).
Ulusal
televizyonlarda kadın ya hiç yer almamakta ya da geleneksel rollere bürünmüş
şekliyle karşımıza çıkmaktadır. Medya kadınları, “beden” olarak görmekte ve
metalaştırmaktadır. Kadın betimlemeleri iki keskin uç arasında
sergilenmektedir. Kadın ya kötü kadın olarak gösterilmekte ya da iyi anne-eş
olarak sunulmaktadır. Buna bağlı olarak da kadın “kışkırtan”, erkek ise “cinsel
isteklerini engelleyemeyen” olarak kabul edilmektedir. (Bek ve Binark, 2000:
4).
Ulusal
televizyon kanallarında kadın 3 şekilde karşımıza çıkmaktadır:
1. Çalışan
kadın
2. Ev
kadını
3. Cinsel
obje olarak kadın.
Özellikle
reklamlarda dış sesler genellikle erkek sesidir. Çalışan kadın olarak
gösterildiğinde bile tek başına değil, erkeğin tamamlayıcısı rolündedir
(İşadamı-Sekreter) (İnceoğlu ve Korkmaz, 2002: 41).
Grafik 1: TV Programlarında Kadının
Ele Alındığı Konular (%)
Kaynak:
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Politika Dokümanı- Kadın ve
Medya, 2008, Ankara.
Grafikte
de görüldüğü gibi, kadın en çok ya anne olarak ya da cinsel nesne olarak
televizyonda yer almaktadır. Başarılı kadın olarak gösterilmesi ise sadece
%10’dur.
Kadınlar
iş yaşantısına genellikle domestik işlerin uzantısı olan mesleklerde
başlamaktadır. Hemşirelik, hostes vb. Kadına, sakin, eğlendirici, duygulu, iyi eş,
iyi anne, olması erkeğe, ise güçlü, zeki, mantıklı olması yakıştırılmaktadır.
Böylece kadınlar, belirli mesleklerde yoğunlaşmaya başlamış ve pilot-hostes,
işadamı-sekreter gibi ayrımlar ortaya çıkmıştır.
Reklamlar,
tüketiciyi etkilemek ve tüketimi arttırmak amacıyla başvurulan araçlardır.
Reklamlarda kadının cinsel bir obje olarak sunumu da giderek artmaktadır. Ürün
ve hizmet tanıtımlarında kadın bedenine çokça başvurulmaktadır. Araba, lastik,
gıda ürünleri vb. pek çok alanda kadın ekranda bedenini teşhir ederek yer
bulabilmektedir (Fidan, 2000: 124).
Reklamlarda,
filmlerde, show programlarında, haberlerde kadına iyi anne ve iyi eş rolü
biçilmiştir. Bunu temizlik, yemek ve çocuk bakımı ile gerçekleştirir.
Kadınların, reklamlarda gösterildiği yerler genellikle mutfak, banyo ve
alışveriş merkezleridir. Bu reklamlarda kadına öğüt veren dış ses ise erkek
sesidir (Bek ve Binark, 2000: 7).
Günümüzde
trend şu yönde değişmiştir: Bireyler artık yaşam stilleri ve görünüşleriyle
itibar kazanmaktadırlar. Kişinin ahlâki durumu, siyasi görüşü yerine “nasıl
göründüğü” önem kazanmaktadır. Magazin programları, diziler, reklamlar,
seyircileri daha fazla tüketmeleri konusunda görsel ve işitsel olarak sürekli
uyarmaktadır (Dağtaş ve Erol, 2009: 170-171).
Günümüzde
kadınlar daha çok tüketen pozisyonunda yer aldıkları için erkeklerin ürünleri
satın almalarını sağlamanın yolu yine kadınları reklamlarda kullanmaktır. Kitle
iletişim araçlarında kadına ancak zina, namus, şiddet, kadersizlik ve marjinal
konularda haber olduklarında yer verilmektedir. Yine yazılı basında, dergilerde
kadın fotoğrafları özellikle kullanılmaktadır. Televizyonda sağlıkla ilgili bir
haber verilirken dahi kadın bedeni teşhir edilerek verilmektedir (Büyükbakkal,
2007: 21).
Kadına,
beden bakımından sadece obje olarak bakılırsa kadın bedeni korunulması gereken
bir şey olarak görülecektir. Böylece kendine yabancılaşan bir kadın profili
ortaya çıkacaktır. Bu durum ise kadının kendi üzerine isteyerek bir dönüşü
yerine, namus kavramına odaklanarak kendinden uzaklaşmasını getirmektedir
(Çınar, 2011: 510).
Tanrıöver’e
göre, medya şu noktada:
“Tecavüz
ya da cinsel suçlara ve şiddete maruz kalanları cinsiyetçi yargılar eşliğinde
kendi kurduğu sanık sandalyesine çıkararak, tecavüz ya da şiddete maruz kalanın
ahlâkını, yaşam biçimini, sorgulamaya kalkışarak yani suçluyu ya da suçu değil,
tam tersine suça maruz kalan kadını yargılayarak” hatalı davranmaktadır
(Tanrıöver, 2008: 116).
“Reklamlarda
temsil edilen kadın imgeleri, toplumun kadınları nasıl görmek istediğini
anlattığı için özellikle reklamlardaki kadın profili, erkeğin bakış açısıyla
yansıtılmaktadır. Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlar ise seyredilişlerini
seyrederler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece
kadın kendisini bir nesneye özellikle görsel bir nesneye seyirlik bir şeye
dönüştürmüş olur. Reklamlarda gösterilen kadın imgesinin erkeklerin gururunu
okşamak amacıyla düzenlenmesinin sebebi, seyircinin her zaman erkek olarak
kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır” (Temel ve Korkmaz, 2009: 513-514).
İzleyicileri
kolay yoldan ekrana çekmenin yolu kadın bedenini kullanmak olarak görüldüğü
için müzik kanallarında, video kliplerde de kadın bedeninin istismarına sıkça
rastlanmaktadır. Amerika’da yayın hayatına başlayan MTV kanalını pek çok
pedagog ve eğitimci bu sebepten eleştirmektedir. Türkiye’de de 1994 yılında
Kral Televizyonunun kurulmasıyla video-klipler özellikle gençler arasında ilgi
çekmeye başlamıştır. Bazı kliplerde, kadın şarkıcılar, açık giysiler giyerek ve
erotik pozlar vererek yansıtılmak istenmiştir (www.musikidergisi.net/?p=1559
).
Son
5 yıldır özel televizyon kanallarının reyting kaygısıyla ortaya koydukları
popstar yarışmalarında da kadın yarışmacılar seslerinin yanında giysileriyle,
açık ya da örtük giyinmeleriyle, zayıf ya da şişman olmalarıyla kısacası
görüntüleriyle de eleştiri almışlardır.
Ulusal
televizyon kanallarında kadın programları reyting almaya başlayınca sıradan
insanların sırlarını ifşa etmelerine şahit olunmaya başlanmıştır. Mahremiyet
önemini kaybetmiştir. Özel hayatı ve sır alanını çekinmeden sergilemeye evlilik
programlarını da örnek olarak gösterebiliriz (www.perweb.firat.edu.tr )
Bu programlarda kadın, sabit bir maaşı olan, gelir düzeyi yüksek bir eş
(korunmaya muhtaç kadın) tercih ederken erkek ise güzel, domestik işlerde
başarılı bir hayat arkadaşı arayışına girmektedir.
Kadın
programlarında kadınlar statüleri düşük, ekonomik açıdan erkeğe bağımlı,
aldatılan, şiddete maruz kalan, ağlayan, derdini anlatmaya çalışan birey olarak
gösterilmektedir (Serim, 2007: 337).
Programların
saat açısından yerleştirilme durumuna bakıldığında da eşitsizlik olduğu
açıktır. Erkek programları, erkeklerin işten eve gelme saatine göre
ayarlanırken kadın programları ev işlerinin yapılma saatine, çocuğun okul ve
uyku saatine göre konumlandırılmaktadır (www.ilef.ankara.edu.tr/etik/wp-content/uploads/icindekiler.pdf
).
SONUÇ
TRT’nin
yayın hayatına başlamasından günümüzün çok kanallı televizyon yayıncılığına
gelinceye dek sunulan/gösterilen konular zaman zaman toplumun çeşitli kesimleri
tarafından eleştiriye maruz kalmıştır. Özellikle ticari yayıncılığın
başlamasıyla birlikte “reyting” olgusu, kadına biçilen rolü tamamen
değiştirmiştir. Bunda, yönetici ve karar verme mekanizmalarında çoğunlukla
erkeklerin olması (eril söylemin hâkimiyetinin gelişmesinde de) etkili
olmuştur. Bu bağlamda kadın, görüntüsüyle ve sesiyle reklam, dizi, film, klip
ve yarışma programlarında reyting arttıran bir obje olarak konumlandırılmıştır.
Bu konumlandırmaya göre kadın ya iyi bir eş, anne, ev işlerini yapan ideal kadın
olarak sunulmuş ya da tam tersi aldatan, baştan çıkaran olarak gösterilmiştir. Bu
ikili gösterimin dışında dizi, film, reklamlar ve yarışma programlarında ise
korunmaya muhtaç, mağdur, ezilen, cinayete kurban gitmiş, statüsü düşük işlerde
çalışan kişiler olarak ekranlara çıkarılmıştır. Yani kadın, ya geleneksel
roller içinde ya da cinsel obje olarak rol almıştır. Sadece reklam, klip ve
dizilerde değil bazen basit bir sağlık haberinde dahi kadın bedeni cinsel obje
olarak karşımıza çıkarılmıştır.
Kadınların
düşük statülü ve sadece cinsellik odaklı sunumunun terk edilerek hayatın her
alanında “kadın” oldukları için değil “birey” oldukları için başarılarının
yansıtılması gerekmektedir. Sadece televizyon kanallarında değil tüm kitle
iletişim araçlarında kadının cinsel obje, tüketici ya da domestik faaliyetlerde
bulunan kişi konumunda sıyrılarak saygıdeğer, başarılı, üretken bir birey
olarak gösterilmesi ise yine kadının elindedir.
KAYNAKÇA
Aziz, A. (1999),
Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının 30 Yılı, Ankara: Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu Ofset Tesisleri.
Aziz, A. (2006),
Televizyon ve Radyo Yayıncılığı, Ankara: Turhan Kitabevi.
Bek, M.ve Binark,
M. (2000), Medya ve Cinsiyetçilik, Ankara: Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi.
Bilton, T.vd.
(2008), Sosyoloji, İstanbul: Siyasal Kitabevi.
Büyükbakkal,
C. (2007), “Medyada Kadın Olgusu”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, Sayı:28.
Castellanos, A.
(2008), “Yaygın Medya ve Kadınlar: Basında Kadının Sesi”, İstanbul Uluslararası
Bağımsız Medya Platformu, İstanbul: 03-05 Kasım 2006.
Çınar,
A. (2011), “Toplumsal Bedenin İnşasında Kadının Çağrılması ve Çağrısı: Namus
Olgusu Üzerinden Bir Çözümleme”, Beden Sosyolojisi, İstanbul: Açılım Kitabevi.
Dağtaş,
B.ve Erol, D. (2009), “Yaygın Medyanın Haftasonu Eklerinde Tüketime Dayalı
Yaşam Tarzı Sunumları”, Medya, Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları, Ankara:
Ütopya Yayınevi.
Fidan,
F. (2000), “Kapitalizmin Gelişme Sürecinde Kadının Çok Yönlü Konumu (Medya
Örneği), Bilgi Dergisi (2), Sayı:1.
Gedizlioğlu, Z.
(2011), “Müziğin Gündeminde Kadın”, NeoFlarmoni Dergisi, Sayı:6.
Güneyman, M.
(2011), “Clara’dan 21. Yüzyıl Kadınına”, NeoFlarmoni Dergisi, Sayı:6.
İnceoğlu,
Y.ve Korkmaz, Y. (2002), Gazetecilik 24 Saat – Medyada Kadın ve Kadın
Gazeteciler, İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Martin, S. (2010),
Gnostikler / İlk Hristiyan Sapkınlar, İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Parman, T. (2007),
Ötekiden Korku Olarak İki Cinslilik Korkusu-Psikanaliz Buluşmaları / 2
Kadınlık, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Serim,
Ö. (2007), Türk Televizyon Tarihi 1952-2006, İstanbul: Epsilon Yayınları.
T.C. Başbakanlık
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Politika Dokümanı (Kadın ve Medya), Ankara,
2008.
Tanrıöver,
H. (2008), “Medyada Kadın Hakları İhlallerine Son!: MEDİZ”, İstanbul
Uluslararası Bağımsız Medya Platformu, İstanbul: 03-05 Kasım 2006.
Temel,
H.ve Korkmaz, T. (2009), “Reklamlarda Kadının Temsil Biçimleri”, Karaelmas
Medya ve Kültür, İstanbul: Urban Yayınevi.
Tunçdemir, İ.
(2004), “Müzik Sanatında Kadın Olgusu, Yaratıcılığı ve Besteciliği”, Yeditepe
Üniversitesi GSF Kadın Çalışmalarında Disiplinlerarası Buluşma Sempozyumu
Bildirisi, İstanbul: 1-4 Mart 2004.
Yazıcı, A. (1999),
Kamu Yayın Kurumları ve Yeniden Yapılanma, Ankara: Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu Ofset Tesisleri.
Yiğit, H.ve Tümer,
Y. (2010), Bacıyân-ı Rûm’dan Günümüze Türk Kadınının İktisadi Hayattaki Yeri,
İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları.