5 Şubat 2017 Pazar




                                      YENİ TÜRK MÜZİĞİ HAREKETİ



Cihat Aşkın, ilk konseri ile büyük ses getiren "Yeni Türk Müziği Hareketi"nin ikinci konserinde Dilek Türkan ve Teyfik Rodos ile birlikte, Itri'den Bach'a geniş bir repertuvar ile dinleyicilerin karşısına çıkıyor.

Ezberleri bozacak 'Doğu ile Batı'nın Kucaklaşması' konseri 8 Şubat Çarşamba saat 20.00'de Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda.

Hemen yerinizi ayırtın!

http://www.biletix.com/etkinlik/UCR20/TURKIYE/tr



31 Ocak 2017 Salı


Brahms Oda Müziği maratonu
Johannes Brahms

  Piyano, kontrbas, korno gibi çalgıları ustalıkla çalan ve müzik tutkunu bir besteci. Müzik dağarı geniş ve müziği tek boyutlu düşünmeyen, tutuculuktan uzak bir besteci. 
Hayatının dönüm noktası Joachim ile tanışması dense de, Schumann'la tanışması besteciliğinde önemli bir kırılma noktasıdır.

  Dünyaca ünlü ve Macar Müziği'ne hayranlığı ile bilinen sanatçının eserleri Cihat Aşkın tarafından yeniden hayat buluyor.

  İstanbul Flarmoni Derneği Etkinlikleri kapsamında, Cihat Aşkın öncülüğünde Brahms Oda Müziği Maratonu Aynalı Geçit salonunda 31 Ocak 2017 Salı günü başladı.

Her ay yeni bir repertuvarla sahne alacak olan Cihat Aşkın ve ekibi muhteşem perfornaslarıyla müzikseverleri bekliyor.



5 Ocak 2017 Perşembe



GEZGİN
Muzaffer ÖZDEMİR


Muzaffer özdemir-Gezgin

Yazarın Gezgin adlı çalışmasını severek okudum. Kitabın içerik ve dil açısından naif olarak görünmesine rağmen, derinliği olan ve sofistike bir çalışma olduğu okura hissettirilmeden verilmeye çalışılmış. Bu nedenle akıcılığı sağlanarak zevkle okunur hale getirilmiş.

Anadolu'nun, Anadolu Kültürü'nün ve ozanlık geleneğinin çok net ve adap-erkan mantığı çerçevesinde sunulması, ayrıca bir başka başarı olarak düşünülebilir. Kitap içeriğinin yeniden yeniden okunduğunda, çok net olarak tarihsel derinliğe ve folklorik değerlere göndermelerde bulunduğu görülür. Edebiyat, tasavvuf, felsefe ve etnomüzikolojik alanlarda bir yardımcı kaynak özelliği taşıyan kitabı, ilgililerce beğenileceğini umuyorum. 
Vural Yıldırım- Müzikbilimci
"Başının üzerinde gökyüzü geniş ve lekesizdi soluk soluğa giden atının burun deliklerinden çıkan nemli sıcaklık çarpıyordu yüzüne. Atının sert soluklarını eyerin yumuşak yumuşak gıcırtısını ve nalların gevrek taşlara tempoyla vuruşunu duyumsuyordu. Taşlık kayalık yok bitip de ovayı andıran tarlaların arasından uzanan düz yolu görünce eyerinde daha dimdik oturdu üzengileri sıkıp dizginleri çekti.

"O canlı günlerden, hayat ve anlam taşıyan etkileyici olaylardan geriye bir tek şey kalmıştı. bir isim. Büyük harflerle yazılacak anılacak bie isim; SAZISÜVARİ."









22 Aralık 2016 Perşembe




MÜZİKTEN SÖZE-MELİHA DOĞUDUYAL

Sanatçının seçme yazılarından oluşan bu kitap, sizleri, bir yandan müzik dünyasında renkli ve 'çok sesli' bir yolculuğa çıkartırken, bir yandan da yaşamı müzikle anlamlandırmak için yollara düşen bestecilerin yoran, yıkan, 'öldürmüyorsa güçlü kılan' tüm sınavlardan geçtiği yaratma serüvenlerine tanıklık ettiriyor. Müzikten Söze, müziğe sözün, düşüncelere müziğin karıştığı temaların örgüsü içinde hayal gücümüzü genişletmek, müziği daha iyi anlamak ve onunla hayatımızı zenginleştirmek için bir davet; sesle düşünmeye davet.
Müzikten Söze yalnızca müzikle uğraşanların değil, entelektüel olarak meraklı, yeniliklere açık, estetiğe duyarlı ve farklı müzik türlerindeki yaratılarla tanışmak ve yaratıcılarının gizli dünyasını keşfetmek isteyen herkesin ilgisini çekecek bir kitap.
DİZİ EDİTÖRÜ: Vural YILDIRIM
Yayınevi: Bağlam Yayıncılık





24 Aralık 2016 Piyano Resitali
Eren Aydoğan – Piyano Resitali
Program : Frederic Chopin- Impromptu no.2 op.36
Cesar Franck – Prelude, Choral et Fugue
Ara
Robert Schumann- Carnaval op.9
Yer : Aynalı Geçit – Meşrutiyet caddesi , avrupa pasajı K:2 Beyoğlu
Tarih : 24 Aralık 2016 – cumartesi 16:00
Detaylı bilgi ve rezervasyon : 444 54 18
Programda ayrıca değerli müzik yazarı Aydın Büke’nin bir söyleşisi olacaktır.



13 Haziran 2016 Pazartesi


Müziğin Öncüleri
Müzik tarihi dediğimizde aklımıza, yayınlardan edindiğimiz bilgilerin çerçevesindeki olaylar gelir. Tarih, yazılanların bize sunduğu, “taraflı” belgelerin derlendiği derin ve geniş alanın sadece bir boyutudur. Müzik tarihinde yazılanların yanında, seslendirilenler de olduğu için bazen yorum kısmını bizler yapma şansına sahibiz. Tıpkı Şeref Bigalı’nın resimleri hakkında konuşma, yorum yapma özgürlüğümüzün olması gibi.

Nasıl bir yorum yaparsak yapalım, bazı eserler, besteciler, olaylar tüm çıplaklığı ile karşımızda durur. Bunlardan biri şüphesiz Dimitri Şostakoviç’tir. Kendisi ile ilgili müzikoloji ve siyasi alanda çeşitli yorumlar yapılmış ve tarih sahnesinde kendine özgü bir gizem yaratmıştır. 20. yüzyılın önemli bestecisi Şostakoviç (1906-1975) ölümünden sonra değeri anlaşılan, eserleri seslendirilen, müzikoloji alanında araştırmalara konu olan Rus bestecileri içinde en çok tartışılan isimdir.



Bunca tartışma konusu nasıl yaratılıyor? Nasıl oluyor da hala gizemini koruyabiliyor? Şostakoviç’in kim olduğunu ve nasıl bir ortamda müzik bestelediğini anlamanın yolu Sovyetler Birliği müzik kültüründe yerini bulur. Ekim Devrimi’nden önce müzik, ağırlıklı olarak St. Petersburg ve Moskova okulları olarak bilinen iki ekol tarafından belirleniyordu. Çaykovski, Moskova okulu önderi iken, Korsakof, St. Petersburg okulunun öncüsü idi. Okullar arasında sürekli kuramsal olarak varolan gerilim, akademizm ve geleneksel değerlerin ele alınması sorunsalından kaynaklanıyordu.

Devrimle birlikte başlayan proleter dönem, bu iki okulun etkisini azalttı. Başlangıçta yeni müzik ve dünya klasik müziğine ilgi gösteren Sovyetler Birliği entelenjiyasısı, proleter ağırlıklı zihniyet nedeni ile “öze dönüş”, “otantizme dönüş” şiarı ile yeni müziğe, dolayısıyla Şostakoviç’e ağır eleştiriler yöneltti. Özellikle Mtzensk’li Lady Macbet operası eleştiri konusu oldu. Zamanla bu eleştirilerin hedefleri genişledi ve Prokofiyef, Myaskovski vd. isimler de paylarını aldılar. Böylece başlatılan eleştiri kampanyası Stalin’in ölümüne kadar devam etti. Bu arada eleştirilerin haklı olduğunu söyleyen besteciler birer birer özür niteliğinde eserler vermeye başladılar. Stalin’in ölümünden sonra başlayan kısmi özgürlük, bestecileri için düşündükleri müziği yapmalarına imkan tanıdı.

Şostakoviç bu çalkantılı dönemlerin içinden gelen, müzik eserlerinde sürekli yeniliğe açık fakat bir o kadar da geriye dönüşler yapan bir müzik insanı. Sovvet rejiminin eleştirilerine maruz kalmasına rağmen, aynı rejimin en önemli bestecisi konumunda olan kişi. Sanatçı özgürlüğü ve rejim baskısı arasında gel gitler yaşayan ve eserlerinin bu nedenle şifreli olduğu söylenen “dahi” besteci. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, kendisi Sovvet Rejimi içinde Rus kültürüne özgü, döneminin sonrasına taşınabilecek eserler üreten biri olarak ironik bir sanatçı karekteri çizmektedir.
Burun, Altın Çağ, Piyano konçertoları, Tahta Kurusu vd. eserleri mevcuttur.

Şostakoviç kendi alanında özgünlüğü yakalamış ve tarihte yoğun politik ortamda ayakta kalabilmeyi başarabilmiş ender sanatçılardan biridir. Bizim ülkemiz ile karşılaştırıldığında, müzik insanlarımızın kısmi olarak daha özgür ve rahat bir ortamda çalıştıkları görülür. Her ülkenin kendi diyalektik süreci sanat ortamını belirlemesine rağmen bazen bu sürece siyasi erk ve/veya sanatçı müdahale edebilir.

Adnan Saygun ülkenin içinde bulunduğu ortamda üzerine düşeni kendi olanakları ölçüsünde yaparak, Genç Cumhuriyet’in müziğini “belirlemede” rol oynamıştır. Nedir bu yazıda birbirinden kopuk iki insanın bir aradalığı? Öncelikle ikisinin de ülkelerinin önemli bestecileri olması. Ardından her ikisinin ülkelerinde gerçekleşen siyasi devrim. Neredeyse aynı kaderi paylaşan bu iki sanatçı birer yıl arayla yüzüncü yıl anmalarında hatırlanıyor. Yaptıkları ve müzikal düşünceleri tekrar ele alınarak geleceğin müziğine katkı sağlayabilecek bu iki insan için yapmamız gerekenler, aslında müzik için yapmamız gerekenlerle paraleldir. Saygun için birkaç ay sonra anma toplantıları, eserlerinin seslendirilmesi vb. etkinlikler yapılacak. Konservatuarlarda yeni kuşağın adını “bilmediği” bu önemli müzik şövalyesi anma etkinlikleri kanalı ile bir süre müzik gündemine gelecek. Tüm müzisyenlerimizin ve sanatçılarımızın “belirli gün ve haftalarda” anılması, hatırlanması alışkanlığında vazgeçip, müzik tarihimize dönüp değerlerimizi ele almalı ve yeniden müzik tarihimizi yazmalıyız. Müzik tarihimiz içinde Saygunlar, Tançlar, Erkinler, Itriler ne yazık ki çok az. Gelecekte bu isimleri çoğaltmak ise elimizde. Yapmamız gereken entelektüel alanı sanatçılar olarak, sanat alanının dışındakilere teslim etmemek.

Bestecilik alanında yaşarken popüleritesi olan ve her konserde eserleri çalınanların yanında, kendilerini icracılardan, konser salonlarından geri çekerek çalışmalarını sürdürenlerin sayısı da az değildir. Bu tür bestecilerin ruhi konumlarını düşündüğümde aklıma Elif Karadayı, Beyza Boynudelik, Nedret Yaşar, Şeref Bigalı vd. ressamlarımızın yapıtları aklıma geliyor. Sanatçılarımızın eserlerinde yansıttıkları humanistik içsel yalnızlık, müzisyenlerimizin kendi konumlarını tüm netliği ile bizlere sunuyor. Sanat belki de böyle bir şey; zaman zaman farklı disiplinlerin alanındaki haleti ruhiyeleri yakalamak…


9 Nisan 2016 Cumartesi

MÜZİKOLOJİ HAKKINDA



Sanat alanlarında çalışma yapanların en önemli sıkıntısı, kendilerini konumlandıracakları yerlerle ilgilidir. Bu aynı zamanda sanatçıların entelektüel düzeylerini de belirleyici bir rol oynar. Her sanatçı aslında alanının merkezinde olmayı ve olmaya çalışmayı kendine şiar edinmiştir.

Müzik alanını, ünlü filozof Schopenhauer, sanatların en üstünde olarak tanımlar ve bunun gerekçelerini kendine göre belirtir. Ressamlar ise müziğin minör düzeyde sesler ve renkler ilişkisi olduğunu savunurlar. Edebiyatçılar, ses, tını ve tonlamanın iki sanat alanında paralel olduğunun belirtir. Hatta Yahya Kemal Beyatlı daha ileri giderek müzik ve şiiri aynı kategoride tanımlamıştır. Yazdığı Hayâl Beste, Kar Mûsikîleri, Mohaç Türküsü vb. eserleri müziğe göndermeler olarak da kabul edilebilir.

Müziğin bu kadar ilgi çekmesinin altında yatan gerçekliği aslında tam olarak açıklamak mümkün değildir. Sanırım bu kadar kolay tüketilen ve bir o kadar da sevilen, sanat olarak  tanımlanan müziğin gizemli bir tarafının olduğunu kabul etmeliyiz.

Gizem sözcüğü insanlar arasında değişik anlamlar ifade etse de, müzik söz konusu olduğunda işin biyolojik ve ruhani yönünü düşünmeliyiz. Biyoloji denildiğinde, okur “müzik ile nasıl bir ilişkisi olabilir?” diye soru sorabilir. Başlangıç olarak müziğin doğal bir olay olduğunu kabul etmeliyiz. Müziğin doğallığı ve doğa kökenli olması onu aynı zamanda biyolojik bir potada ele almamıza yardımcı olur. İnsan denen ilahi varlığın müzik ile olan iletişimi ve etkileşimi de aynı zamanda biyolojik nedenlerle açıklanabilir.

Müziğin diğer bir boyutu da “ruhani”yetidir. Müziğin ruh hastalıklarında iyileştirici bir araç olarak kullanılması yüz yıllardır devam eden bir yöntemdir. Müzik aslında bir ilaç olmamasına rağmen çeşitli ruh iyileştirme çalışmalarında, yardımcı araç olarak kullanılmakta ve oldukça olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Ayrıca Türk kültüründe önemli bir yeri olan Kam’lar, ruhlarla iletişime geçmek için yaptıkları ritüellerde müziğe başvurmuşlardır.

Müzik bu anlamda yaşamın her alanında vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik tüm bu nedenlerden dolayı aynı zamanda bilimsel bir disiplindir. Müziğin bilimsel olarak ele alınması ve belirli yöntem dahilinde çalışmalar yapılması, yaklaşık iki yüz yıldır devam etmektedir. Müziğin bilimsel boyutu müzikoloji ya da müzik bilimleri diye bilinir. Müzikolojinin konuları; müzik psikolojisi, müzik antropolojisi, müzik sosyolojisi, müzik kuramları, müzik sistemleri vb. birçok alanla tanımlanmaktadır.


Başlangıçta sadece müziğin sosyolojik yönünü ele almaya çalışanlar ya da onu sahne odaklı düşünenler, zamanla bu tür çalışmaların çok kısır olduğunu gördüler. Müzik, kültürün tamamı ile kodlanmış çok boyutlu bir sanat etkinliğidir. Bu nedenle müziği bilimsel olarak ele almak için her alanla flört etmek gerekir. Müziği bilimsel çalışma alanı olarak seçenler, sosyoloji, psikoloji, antropoloji vb. disiplinler ile ilişkilendirmek zorundadır. Aksi taktirde çalışmaların bir yönü daima eksik kalacaktır.  

Vural yıldırım



                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...