MÜZİK -MEKAN-SOKAK
Bir arada yaşama,
farkındalık, öteki ve hoşgörü kavramlarının yoğun olarak harmanlandığı
alanlardan biridir müzik. Müziği sadece sahne performansı olarak düşünmenin,
bizleri ne kadar yanılttığını son yıllardaki sanat etkinliklerinde görmek
mümkündür.
Müziği sosyolojik olarak ele
aldığımızda her birinin içinden çıktığı toplumun kültürel kodları ile
örüldüğünü görürüz. Kültürel kodlar, müziğe bir aidiyet ve anlam katar. Bu
noktada müziğin evrenselliğinden çok, toplumlara özgü bir sanat edimi olduğunu
söyleyebiliriz.
Müzik dinamik bir yapıya
sahiptir. Her türlü etkileşime açıktır. Tıpkı diğer sanat dallarında olduğu
gibi. Yeniliklerden, gelenekten, farklılıklardan beslenerek kendi içinde
sürekli bir devinim halindedir. Müziğin bu yapısı onun yüzyıllar içindeki
serüvenine bakıldığında açıkça görülür.
Müziğin hayat bulduğu
mekanları düşündüğümüzde, aslında çok fazla alana yayıldığını görürüz. Bir
başka değişle, müzik sesin üretildiği her ortamda kendine bir yol bulur ve tüm
engellere rağmen bizlere ulaşır. Ontolojik olarak müziğin kaynağı insan bedeni
ve onun ardından, bu amaca hizmet eden çalgılardır. Çünkü müzik sonuçta
illizyon gibi, sihir gibi titreşimler yoluyla üretilen seslerin birbirleriyle
olan ilişkilerine göre yapılandırlılarak ortaya çıkarlar.
Her müzik eseri aynı zamanda
sanat ve tasarım eseridir. Seslerin bir araya gelmesi ve onların birbirleri ile
olan ilişkilerinin matematiksel bağları sadece müziğe yapısal bir anlam katmaz,
aynı zamanda müziğin sofistike yanını da belirler. Müzikal yapıda bulunan
aralık ilişkisi, dizileri belirlediği gibi, her dizinin belirli bir duyguya
yönelik kavramsal bağları olduğunu da unutmamak gerekir.
Yukarıdaki ilişkiler ağı
çağlar boyu müzik kuramcıların dikkatini çekmiştir. Farabi’den Galata Mevlevi
Şeyhi Ataullah Efendi’ye (1842-1910), onun öğrencileri olmuş Arel, Ezgi,
Uzdilek üçlüsüne kadar her müzikbilimcinin üzerinde çalıştığı bir alan
olmuştur.
Müziğin yapısal ilişkileri
aynı zamanda kültürel kodları bünyesinde barındırdığı için, hemen hemen her
insanın bağlantı kurabileceği mesajlarla yüklüdür. Bu nedenle müziği duyduğumuz
anda sihirli bir mesaj almışçasına etkileniriz.
Müzik deyince akla öncelikle
İstanbul’da Beyoğlu gelir. Özellikle içinde barındırdığı sahaflar, antikacılar,
koleksiyon düzeyindeki nadide parçaları satan dükkanlar, sanat ve müzikseverler
için adeta bir sanat vadisi ve cenneti gibidir.
İstanbul’un neresinden
olursanız olun, sanat eğlence ve müzik denince akla gelebilecek uğrak yerlerin
başında gelir Beyoğlu. Özellikle İstiklal Caddesi’nin etrafında toplanan müzik
mağazaları ve onları besleyen plak, kaset vb. malzemelerin bolca bulunabileceği
küçük ama bir o kadar da dünyaların sığdığı dükkanlar.
Tüm bu güzelliklerin
ortasında yeni bir alan olarak sokak müziği ve sokak çalgıcıları kendini
göstermeye başladı. İstanbul için bu sanatın yeni olduğunu söylemek mümkündür.
Dünyanın bir çok bölgesinde yıllar önceden farklı akımlarla birlikte kendini
gösteren bu sanat dalı bizde hala emekleme aşamasındadır. Başlangıçta sanat
olmanın ötesinde müzisyenlerin maddi geliri olarak düşünülen bu alan, zamanla
sanat olarak kendini kabul ettirmeye başlamıştır.
Sokaklar kavramsal olarak
bireylerin ve kültürel grupların kendilerini ifade edebileceği yegane
alanlardandır. Bu alanları sanatçılar kendi yaratıcılıkları doğrultusunda
kullanarak bir açık hava sahnesine dönüştürürler.
Sanatçıların sokaklara
yönelmesi aslında bizde yeni de olsa Avrupa ve Amerika’da eski bir tarihi
vardır. Avrupa, Amerika, Güney Amerika ve Asya’nın bir bölümünde bu sanat akımı
artık birey ve grupların profesyonel düzeyde maddi gelir elde ettiği bir alana
dönmüştür. Biz de ise öncelik kendini göstermek, sanat camiasına bu kanaldan
girmek ya da keşfedilmek üzere yapılan bir sanat etkinliği olarak
yapılmaktadır.
Beyoğlu, İstiklal
Caddesi’nde yürüyenlerin artık açık hava sahnesine dönen caddede farklı
kültürlerin müzikleriyle karşılaşmaları ve kendilerini müziğin ritmine
kaptırmaları olağan bir durum olarak karşımıza çıkar. Müzik kendine özgü bir
anlam içerse de, kendi sınırlarını aşan ve farklılıkları özümseyebilen bir
sanat alanıdır. Ritmin büyülü atmosferi ve melodilerin kırılgan özellikleri her
insanın ortak buluşma noktası olabilme özelliğine sahiptir.
Beyoğlu sokak sanatçılarının
çeşitliliği, kültürel farkındalığı öne çıkarsa da, ürettikleri melodilerin,
dili aşan bir yapısı olması nedeni ile, her kesimden insana ulaşabilen ortak
anlamlarla bezenmiştir.
Tünelden başlayan açık hava
konserleri, sizleri, meydana kadar yalnız bırakmaz. Yürüdüğünüz tarihi caddenin
içinde, vitrinlere bakarken, alışveriş yaparken sizi her yandan saran farklı
müzik türleri bir arkadaş gibi, bir dost gibi yalnızlığınızı giderir. Müziğin
her an sizi kuşattığına şahit olursunuz Beyoğlu Sokakları’nda. Bir yanda
bağlaması ile buram buram Anadolu rüzgarları estiren sanatçının birkaç metre
ötesinde kemençesi ile sizlere yürürken horon teptiren Karadenizli yaşlı amca…
Kadim kültürlerden süzülüp
gelen müziğin, olmazsa olmazı arkaik çalgıların bir panayırına döner bazen
sokak çalgıcılarının performansları. Aniden karşımıza çıkan Didgeridoo sesleri,
bizleri alır Avusturalya Yerlileri Aborjinler’in mistik ayinlerine götürür. Başka
bir gün karşımıza çıkan Peru’lu müzisyenlerden El Condor Pasa adlı dünyaca ünlü
ve ülkede milli değeri olan melodileri dinlemek zevkine erişirsiniz. Carlos
Gardel’in tangolarını küçük bir çocuğun akerdionundan dinlemek ayrı bir neşe kaynağıdır.
Aynı anda eşzamanlı olarak birbirine yakın mesafelerde icra edilen farklı müzik
kültürleri, yapısal olarak, kendiliğinden gelişen bir çok sesliliğin ötesinde
raslamsal (aleatoric) bir armoni sunar.
Sokağın seslerini bizlere
estetik kılıfla sunan sokak çalgıcıları aynı zamanda amatör ve profesyonel
olarak iki kategoride değerlendirilebilir. Bir de işin içine daha ustalarında
meşk derslerini tamamlamadan sokağa çıkan darbuka çalan çocukları ekledik mi
sanat, oyun ve eğlenceyi bir arada yaşamak mümkün hale gelir.
Sokak müziği, kendilerini
icra eden sanatçılar gibi rengarenk ve birleştiricidir. Dolapdere’nin
sokaklarından gelen, Kasımpaşa’da yetişen meşk kökenli sanatçılar, Güney-Orta
Amerika’dan gelen, müziklerle harmanlarlar melodilerini. Darbukanın ritmi,
gitarın akorlarına uyum sağlarken, Suriye’li sanatçının UD’undan çıkan
nağmeler, İran Santur’u ile kulaklarımızın pasını siler.
Tüm bu renklilik içinde
sokak sanatçıları bizlere, hoşgörünün, sevginin, bir aradalığın nasıl olması
gerektiği konusunda kendi dili ile seslenir. Seslerin arasında var olan
dertlerimiz, sorunlarımız, ötekileştirme içgüdümüz kaybolur gider. Sokak
bizlere kendi melodisini sunarken insani değerlerimizi yeniden hatırlatır.
Müzik sokakta kendini bulur.
Müzik sokağın birleştirici gücünü özümseyerek, yeni melodilere doğru yelken
açar.
Yorumlar
Yorum Gönder