9 Nisan 2016 Cumartesi

MÜZİKOLOJİ HAKKINDA



Sanat alanlarında çalışma yapanların en önemli sıkıntısı, kendilerini konumlandıracakları yerlerle ilgilidir. Bu aynı zamanda sanatçıların entelektüel düzeylerini de belirleyici bir rol oynar. Her sanatçı aslında alanının merkezinde olmayı ve olmaya çalışmayı kendine şiar edinmiştir.

Müzik alanını, ünlü filozof Schopenhauer, sanatların en üstünde olarak tanımlar ve bunun gerekçelerini kendine göre belirtir. Ressamlar ise müziğin minör düzeyde sesler ve renkler ilişkisi olduğunu savunurlar. Edebiyatçılar, ses, tını ve tonlamanın iki sanat alanında paralel olduğunun belirtir. Hatta Yahya Kemal Beyatlı daha ileri giderek müzik ve şiiri aynı kategoride tanımlamıştır. Yazdığı Hayâl Beste, Kar Mûsikîleri, Mohaç Türküsü vb. eserleri müziğe göndermeler olarak da kabul edilebilir.

Müziğin bu kadar ilgi çekmesinin altında yatan gerçekliği aslında tam olarak açıklamak mümkün değildir. Sanırım bu kadar kolay tüketilen ve bir o kadar da sevilen, sanat olarak  tanımlanan müziğin gizemli bir tarafının olduğunu kabul etmeliyiz.

Gizem sözcüğü insanlar arasında değişik anlamlar ifade etse de, müzik söz konusu olduğunda işin biyolojik ve ruhani yönünü düşünmeliyiz. Biyoloji denildiğinde, okur “müzik ile nasıl bir ilişkisi olabilir?” diye soru sorabilir. Başlangıç olarak müziğin doğal bir olay olduğunu kabul etmeliyiz. Müziğin doğallığı ve doğa kökenli olması onu aynı zamanda biyolojik bir potada ele almamıza yardımcı olur. İnsan denen ilahi varlığın müzik ile olan iletişimi ve etkileşimi de aynı zamanda biyolojik nedenlerle açıklanabilir.

Müziğin diğer bir boyutu da “ruhani”yetidir. Müziğin ruh hastalıklarında iyileştirici bir araç olarak kullanılması yüz yıllardır devam eden bir yöntemdir. Müzik aslında bir ilaç olmamasına rağmen çeşitli ruh iyileştirme çalışmalarında, yardımcı araç olarak kullanılmakta ve oldukça olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Ayrıca Türk kültüründe önemli bir yeri olan Kam’lar, ruhlarla iletişime geçmek için yaptıkları ritüellerde müziğe başvurmuşlardır.

Müzik bu anlamda yaşamın her alanında vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik tüm bu nedenlerden dolayı aynı zamanda bilimsel bir disiplindir. Müziğin bilimsel olarak ele alınması ve belirli yöntem dahilinde çalışmalar yapılması, yaklaşık iki yüz yıldır devam etmektedir. Müziğin bilimsel boyutu müzikoloji ya da müzik bilimleri diye bilinir. Müzikolojinin konuları; müzik psikolojisi, müzik antropolojisi, müzik sosyolojisi, müzik kuramları, müzik sistemleri vb. birçok alanla tanımlanmaktadır.


Başlangıçta sadece müziğin sosyolojik yönünü ele almaya çalışanlar ya da onu sahne odaklı düşünenler, zamanla bu tür çalışmaların çok kısır olduğunu gördüler. Müzik, kültürün tamamı ile kodlanmış çok boyutlu bir sanat etkinliğidir. Bu nedenle müziği bilimsel olarak ele almak için her alanla flört etmek gerekir. Müziği bilimsel çalışma alanı olarak seçenler, sosyoloji, psikoloji, antropoloji vb. disiplinler ile ilişkilendirmek zorundadır. Aksi taktirde çalışmaların bir yönü daima eksik kalacaktır.  

Vural yıldırım



6 Nisan 2016 Çarşamba

KENTE DAİR

"Sanayi Devrimi ve kapitalizmin gelişimi kentlerin üretim ve bölüşüm ilişkilerine göre şekillenmesine neden olmuştur. Ancak bu şekillenme kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre değişkenlik göstermektedir. Zira kapitalist sistemin yaşadığı krizler, kapitalizmin kente ilişkin tek bir algısı olmadığını göstermektedir.
1929’da yaşanan krizde Keynesyen politikalarla devlet destekli yapılanışa giden kapitalizm, emeğin yeniden üretimi, kitlesel üretim ve tüketim odaklı mekânsal örgütlenmelere giderek, kapitalizm sürdürülebilirliğini sağlamışken, 1970’lerde yaşanan krizden sonra ise neo-liberal politikalarla sermaye odaklı olarak kentsel mekânda yapılanışa giderek krizden çıkmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda, günümüz dünyasındaki mekânsal örgütlenmeleri kapitalist sistemin etkileri üzerinden yorumlamak gerekmektedir. Buna göre mevcut üretim tekniği olan postfordist üretim tekniğinin etkisi ile postmodernist yapılanmalar, kapitalizmin mekânsal örgütlenmelerini belirlemektedir. Küreselleşme olarak da adlandırılan bu süreçte sermaye, kendi akışkanlığını kolaylaştırmak ve birikimini artırmak yönündeki dürtü ile yeni mekânsal düzenlemelere gitmekte, eski çevreleri sürekli olarak bir değişme döngüsü içine almak istemektedir.

Bu bağlamda günümüzde farklı disiplinlerce ele alınan, kent tartışmaları, yukarıda belirtildiği gibi, küreselleşme kapsamında sermayenin son dönem ilgisi nedeniyle güncelliğini korumaktadır. Bu nedenle bu çalışmada da farklı disiplinlerden bilim insanlarının kent kavramını değerlendirdiği yazılara yer verilmekte ve kente dair tartışmalar yapılmaktadır."



SELANİK YAHUDİLERİ

"1856 - 1919 yılları arasında Selanik tarihinin en fırtınalı dönemi yaşanmıştır. Önemli ama gelişmemiş bir Osmanlı kenti olan Selanik, bu dönemin ilk otuz yılında, son derece önemli ekonomik, demografik, kültürel ve toplumsal gelişmelerin eşiğine girmiştir. Şehir ikinci otuz yılda ise Makedonya’daki halkların ulusal bağımsızlık savaşımları sırasında siyasal ve askerî çatışmaların odağı olmuştur. Bu çerçevede bölgede oluşan yeni devletlere nüfûzlarını kabul ettirmeye çalışan Büyük Devletler arasındaki rekabet, Selanik’in Yunan egemenliğine geçmesine dek, bir dünya kenti haline gelmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı dönem süresinde, sözü edilen sürece Yahudilerin katılımı özgün bir toplumun varlığını kanıtlar; bu ise Selanik’in tarihsel gelişiminden soyutlanamaz."
RENA MOLHO



ΑŞΚ ΗİΚΑYΕLΕRİ
JULIA KRISTEVA
"Psikanalist olmak bütün hikayelerin aşktan söz etmek anlamına geldiğini bilmektir. Bana sırlarını dile dökerek emanet edenlerin bütün dertleri; geçmiş ya da şimdiki, gerçek ya da imgesel aşk yoksunluklarıdır. Ben bu durumu ancak kendimi bir sınırsızlık, acı ya da hayranlık noktasına yerleştirirsem anlayabilirim. Öteki, macerasını ancak benim zaafımla anlamlandırabilir.
Felsefe, din, şiir, roman? Aşk hikayeleri. Platon’dan Aziz Tommaso’ya, Romeo ve Juliette’ten Don Juan’a, saz şairlerinden Stendhal’e, Meryem’den Baudelaire ya da Bataille’a kadar. Büyük simgesel irdelemeler her gün karanlıkta dinlenen şeylerin dışında bir şey söylemiyorlar. Ruhsal olarak hayatta olmak aşık olmak demektir; analizde ya da edebiyata maruz kalarak.
Tüm insanlık tarihi muazzam ve sürekli bir aktarım sanki."




4 Nisan 2016 Pazartesi


                           


MISIR UYGARLIĞI VE SANAT

 Tarih bizlerin dışında geçmişin hikayelendirilmesinden başka bir şey değildir. Tarih anlamını nereden başladığı ile değil, kimler tarafından yazıldığı ile sürdürür. İktidar ilişkileri, nesnel olmayan görüşler, etnosantrizmi tarihin yazımını etkileyen önemli öğelerdir. 


Felsefe, sanat ve bilim dediğimizde aklımıza Grek uygarlığı gelir. Bu uygarlığa yapılan göndermeler zaten Mısır ve Mezopotamya’da binlerce yıldır varolan öğelerdir. Nasıl olup Grek uygarlığı bu ikisinin önüne geçebilmiştir anlaşılır bir şey değil! İlk yazıyı Mısır’lıların bulması ve bu yazının daha çok resimsel tarzda oluşu belki de Mısır’lılara ilk ressamlar dememizi gerektirir. Özellikle ölümle ilgilenmeleri ve felsefelerini bu boyutta düşünmeleri, kültürlerinin ve sanatlarının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Despot Mısır krallarının gücü, devasa mezarları (piramit) ile simgeleşmiştir. Bu mezarların günümüzde de çektiği ilgi yalnızca bir mezar olarak düşünülmeyip, aynı zamanda bir sanat eseri olmalarıyla ilgilidir. Ruhun sonunda tekrar bedene döneceği inancı Mısır uygarlığının temel belirleyicisidir. 


Yaşamın her alanında öteki dünya, despotizm, ruhun ölümsüzlüğü ve Nil kendini hissettirir. Özellikle ölüm teması Mısır’ın gizemsel yanının ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ölümün metaforik olarak ölümsüzlüğü anlatması, sanatta sonsuzluğu simgeleyen eserlerin yaratılmasına neden olmuştur. Sonsuzluğu simgeleyen heykeller, ölüm ve dans müzikleri, aşkınlığı anlatan resimler… 


Mısır geçmişteki gizemini zamanımızda da korumakta ve bu konuda üretilmiş eserlerle sanatçıları etkilemektedir. Ülkemizde de Mısır sanatından ve uygarlığından etkilenenlerin başında gelen Perihan Sadıkoğlu, çalışmalarını bu yönde sürdürmektedir. Kendisi, almış olduğu sanat eğitiminin birikimini, Mısır sanatı odaklı olarak resme dönüştürmektedir. 

Sadıkoğlu’nun çalışmalara kendiliğinden giren Mısır etkileri, ilk örneklerini, dergilerden kesilen fotoğraflar ve piramit formlu resimlerle yapılan kolaj çalışmaları ve onların üzerine boya ile yapılan müdahalelerden oluşmuştur. Daha sonra Antikçağ Mısır’ıyla özdeşleşmiş olan papirüs ve hasır gibi malzemeler, jüt üzerine yapıştırılması ve ekspresif bir ifadeyle boyanması ile Antik Mısır’dan esinlenerek yapılan çalışmalarının devamı niteliğinde olmuştur. Daha sonra keten bezi veya tuval üzerine kurgulanan kompozisyonlarda ekspresif yaklaşımlar kendini göstermiştir. Resim çalışmalarının içersinde, piramit formu, figür ve Antik Mısır’a ait çeşitli semboller yer almıştır. Çalışmalarda açık kompozisyonlar yanı sıra kapalı kompozisyonda kullanılmıştır. Kompozisyonlarda açık formlar yan yana kullanılarak kurgulanmıştır. Renk, resimlerde koyu açık etkisi yaratmak için kullanılan bir öğe niteliğindedir. Çalışmalarda kendisini gösteren fırça darbeleri ve düz yüzeylerin birbiriyle olan etkileşimleri, koyu ve açık yüzeyleri ayırt etmek için kullanırken renk ile ifadesini bulmuştur. Ancak bu ifadelerin dışında, renkçi denilebilecek bir renk anlayışı da zaman zaman kullanılmıştır. Çalışmaların çoğunda Antik Mısır’ın rengi olan Nil nehrini temsil eden turkuvaz rengi ön plana çıkmaktadır. Ağırlık olarak kullanılan soğuk renkler, yanında kompozisyona giren sıcak renkler belli bir noktaya vurgu yapmak için kullanılmıştır. Kullanılan renklerde varyasyon geliştirmek yerine, renkleri oldukları gibi saf biçimde kullanarak dikkatin biçimsel ritme çekilmesi istenmiştir. Resimdeki ritmik yapı aynı zamanda müziğe bir göndermedir. Müziğin unsurlarından olan ritim çalışmalarda renk armonizasyonu yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Mısır müziği bilgilerini edindiğimiz ikonoloji de aslında bir resimsel alandan başka bir şey değildir. Mısır resim ve müziğin iç içe geçtiği eklektik bir sanatı ilk dönemden beri bizlere sunmaktadır.Kimi çalışmalarda renklerde sadeleşmeye gidilerek sembollerin kendi aralarında ilişki etkileşiminin güçlendirilerek derinleştirmesi istenmiştir. Canlı renklerle duygusal ve dışavurumsal etkileşim kurulmuştur. Resimlerde renk çeşitliliğiyle, çocukluk çağlarımızdan kalan sembollerin Antik Mısır'ın sembolleriyle kaynaşılması ve sembollerin düş dünyamıza açılmaları amacıyla hareket edilmiştir. Böylece simgeler tarihteki bağlamından çıkarılarak, kendi hayallerimize dönüştürülmüştür. Sembollerin etrafında hikâyeler ol
uşturulması, sembollerin vurgulanmasını sağlanmıştır. 


                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...