22 Aralık 2016 Perşembe




MÜZİKTEN SÖZE-MELİHA DOĞUDUYAL

Sanatçının seçme yazılarından oluşan bu kitap, sizleri, bir yandan müzik dünyasında renkli ve 'çok sesli' bir yolculuğa çıkartırken, bir yandan da yaşamı müzikle anlamlandırmak için yollara düşen bestecilerin yoran, yıkan, 'öldürmüyorsa güçlü kılan' tüm sınavlardan geçtiği yaratma serüvenlerine tanıklık ettiriyor. Müzikten Söze, müziğe sözün, düşüncelere müziğin karıştığı temaların örgüsü içinde hayal gücümüzü genişletmek, müziği daha iyi anlamak ve onunla hayatımızı zenginleştirmek için bir davet; sesle düşünmeye davet.
Müzikten Söze yalnızca müzikle uğraşanların değil, entelektüel olarak meraklı, yeniliklere açık, estetiğe duyarlı ve farklı müzik türlerindeki yaratılarla tanışmak ve yaratıcılarının gizli dünyasını keşfetmek isteyen herkesin ilgisini çekecek bir kitap.
DİZİ EDİTÖRÜ: Vural YILDIRIM
Yayınevi: Bağlam Yayıncılık





24 Aralık 2016 Piyano Resitali
Eren Aydoğan – Piyano Resitali
Program : Frederic Chopin- Impromptu no.2 op.36
Cesar Franck – Prelude, Choral et Fugue
Ara
Robert Schumann- Carnaval op.9
Yer : Aynalı Geçit – Meşrutiyet caddesi , avrupa pasajı K:2 Beyoğlu
Tarih : 24 Aralık 2016 – cumartesi 16:00
Detaylı bilgi ve rezervasyon : 444 54 18
Programda ayrıca değerli müzik yazarı Aydın Büke’nin bir söyleşisi olacaktır.



13 Haziran 2016 Pazartesi


Müziğin Öncüleri
Müzik tarihi dediğimizde aklımıza, yayınlardan edindiğimiz bilgilerin çerçevesindeki olaylar gelir. Tarih, yazılanların bize sunduğu, “taraflı” belgelerin derlendiği derin ve geniş alanın sadece bir boyutudur. Müzik tarihinde yazılanların yanında, seslendirilenler de olduğu için bazen yorum kısmını bizler yapma şansına sahibiz. Tıpkı Şeref Bigalı’nın resimleri hakkında konuşma, yorum yapma özgürlüğümüzün olması gibi.

Nasıl bir yorum yaparsak yapalım, bazı eserler, besteciler, olaylar tüm çıplaklığı ile karşımızda durur. Bunlardan biri şüphesiz Dimitri Şostakoviç’tir. Kendisi ile ilgili müzikoloji ve siyasi alanda çeşitli yorumlar yapılmış ve tarih sahnesinde kendine özgü bir gizem yaratmıştır. 20. yüzyılın önemli bestecisi Şostakoviç (1906-1975) ölümünden sonra değeri anlaşılan, eserleri seslendirilen, müzikoloji alanında araştırmalara konu olan Rus bestecileri içinde en çok tartışılan isimdir.



Bunca tartışma konusu nasıl yaratılıyor? Nasıl oluyor da hala gizemini koruyabiliyor? Şostakoviç’in kim olduğunu ve nasıl bir ortamda müzik bestelediğini anlamanın yolu Sovyetler Birliği müzik kültüründe yerini bulur. Ekim Devrimi’nden önce müzik, ağırlıklı olarak St. Petersburg ve Moskova okulları olarak bilinen iki ekol tarafından belirleniyordu. Çaykovski, Moskova okulu önderi iken, Korsakof, St. Petersburg okulunun öncüsü idi. Okullar arasında sürekli kuramsal olarak varolan gerilim, akademizm ve geleneksel değerlerin ele alınması sorunsalından kaynaklanıyordu.

Devrimle birlikte başlayan proleter dönem, bu iki okulun etkisini azalttı. Başlangıçta yeni müzik ve dünya klasik müziğine ilgi gösteren Sovyetler Birliği entelenjiyasısı, proleter ağırlıklı zihniyet nedeni ile “öze dönüş”, “otantizme dönüş” şiarı ile yeni müziğe, dolayısıyla Şostakoviç’e ağır eleştiriler yöneltti. Özellikle Mtzensk’li Lady Macbet operası eleştiri konusu oldu. Zamanla bu eleştirilerin hedefleri genişledi ve Prokofiyef, Myaskovski vd. isimler de paylarını aldılar. Böylece başlatılan eleştiri kampanyası Stalin’in ölümüne kadar devam etti. Bu arada eleştirilerin haklı olduğunu söyleyen besteciler birer birer özür niteliğinde eserler vermeye başladılar. Stalin’in ölümünden sonra başlayan kısmi özgürlük, bestecileri için düşündükleri müziği yapmalarına imkan tanıdı.

Şostakoviç bu çalkantılı dönemlerin içinden gelen, müzik eserlerinde sürekli yeniliğe açık fakat bir o kadar da geriye dönüşler yapan bir müzik insanı. Sovvet rejiminin eleştirilerine maruz kalmasına rağmen, aynı rejimin en önemli bestecisi konumunda olan kişi. Sanatçı özgürlüğü ve rejim baskısı arasında gel gitler yaşayan ve eserlerinin bu nedenle şifreli olduğu söylenen “dahi” besteci. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, kendisi Sovvet Rejimi içinde Rus kültürüne özgü, döneminin sonrasına taşınabilecek eserler üreten biri olarak ironik bir sanatçı karekteri çizmektedir.
Burun, Altın Çağ, Piyano konçertoları, Tahta Kurusu vd. eserleri mevcuttur.

Şostakoviç kendi alanında özgünlüğü yakalamış ve tarihte yoğun politik ortamda ayakta kalabilmeyi başarabilmiş ender sanatçılardan biridir. Bizim ülkemiz ile karşılaştırıldığında, müzik insanlarımızın kısmi olarak daha özgür ve rahat bir ortamda çalıştıkları görülür. Her ülkenin kendi diyalektik süreci sanat ortamını belirlemesine rağmen bazen bu sürece siyasi erk ve/veya sanatçı müdahale edebilir.

Adnan Saygun ülkenin içinde bulunduğu ortamda üzerine düşeni kendi olanakları ölçüsünde yaparak, Genç Cumhuriyet’in müziğini “belirlemede” rol oynamıştır. Nedir bu yazıda birbirinden kopuk iki insanın bir aradalığı? Öncelikle ikisinin de ülkelerinin önemli bestecileri olması. Ardından her ikisinin ülkelerinde gerçekleşen siyasi devrim. Neredeyse aynı kaderi paylaşan bu iki sanatçı birer yıl arayla yüzüncü yıl anmalarında hatırlanıyor. Yaptıkları ve müzikal düşünceleri tekrar ele alınarak geleceğin müziğine katkı sağlayabilecek bu iki insan için yapmamız gerekenler, aslında müzik için yapmamız gerekenlerle paraleldir. Saygun için birkaç ay sonra anma toplantıları, eserlerinin seslendirilmesi vb. etkinlikler yapılacak. Konservatuarlarda yeni kuşağın adını “bilmediği” bu önemli müzik şövalyesi anma etkinlikleri kanalı ile bir süre müzik gündemine gelecek. Tüm müzisyenlerimizin ve sanatçılarımızın “belirli gün ve haftalarda” anılması, hatırlanması alışkanlığında vazgeçip, müzik tarihimize dönüp değerlerimizi ele almalı ve yeniden müzik tarihimizi yazmalıyız. Müzik tarihimiz içinde Saygunlar, Tançlar, Erkinler, Itriler ne yazık ki çok az. Gelecekte bu isimleri çoğaltmak ise elimizde. Yapmamız gereken entelektüel alanı sanatçılar olarak, sanat alanının dışındakilere teslim etmemek.

Bestecilik alanında yaşarken popüleritesi olan ve her konserde eserleri çalınanların yanında, kendilerini icracılardan, konser salonlarından geri çekerek çalışmalarını sürdürenlerin sayısı da az değildir. Bu tür bestecilerin ruhi konumlarını düşündüğümde aklıma Elif Karadayı, Beyza Boynudelik, Nedret Yaşar, Şeref Bigalı vd. ressamlarımızın yapıtları aklıma geliyor. Sanatçılarımızın eserlerinde yansıttıkları humanistik içsel yalnızlık, müzisyenlerimizin kendi konumlarını tüm netliği ile bizlere sunuyor. Sanat belki de böyle bir şey; zaman zaman farklı disiplinlerin alanındaki haleti ruhiyeleri yakalamak…


9 Nisan 2016 Cumartesi

MÜZİKOLOJİ HAKKINDA



Sanat alanlarında çalışma yapanların en önemli sıkıntısı, kendilerini konumlandıracakları yerlerle ilgilidir. Bu aynı zamanda sanatçıların entelektüel düzeylerini de belirleyici bir rol oynar. Her sanatçı aslında alanının merkezinde olmayı ve olmaya çalışmayı kendine şiar edinmiştir.

Müzik alanını, ünlü filozof Schopenhauer, sanatların en üstünde olarak tanımlar ve bunun gerekçelerini kendine göre belirtir. Ressamlar ise müziğin minör düzeyde sesler ve renkler ilişkisi olduğunu savunurlar. Edebiyatçılar, ses, tını ve tonlamanın iki sanat alanında paralel olduğunun belirtir. Hatta Yahya Kemal Beyatlı daha ileri giderek müzik ve şiiri aynı kategoride tanımlamıştır. Yazdığı Hayâl Beste, Kar Mûsikîleri, Mohaç Türküsü vb. eserleri müziğe göndermeler olarak da kabul edilebilir.

Müziğin bu kadar ilgi çekmesinin altında yatan gerçekliği aslında tam olarak açıklamak mümkün değildir. Sanırım bu kadar kolay tüketilen ve bir o kadar da sevilen, sanat olarak  tanımlanan müziğin gizemli bir tarafının olduğunu kabul etmeliyiz.

Gizem sözcüğü insanlar arasında değişik anlamlar ifade etse de, müzik söz konusu olduğunda işin biyolojik ve ruhani yönünü düşünmeliyiz. Biyoloji denildiğinde, okur “müzik ile nasıl bir ilişkisi olabilir?” diye soru sorabilir. Başlangıç olarak müziğin doğal bir olay olduğunu kabul etmeliyiz. Müziğin doğallığı ve doğa kökenli olması onu aynı zamanda biyolojik bir potada ele almamıza yardımcı olur. İnsan denen ilahi varlığın müzik ile olan iletişimi ve etkileşimi de aynı zamanda biyolojik nedenlerle açıklanabilir.

Müziğin diğer bir boyutu da “ruhani”yetidir. Müziğin ruh hastalıklarında iyileştirici bir araç olarak kullanılması yüz yıllardır devam eden bir yöntemdir. Müzik aslında bir ilaç olmamasına rağmen çeşitli ruh iyileştirme çalışmalarında, yardımcı araç olarak kullanılmakta ve oldukça olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Ayrıca Türk kültüründe önemli bir yeri olan Kam’lar, ruhlarla iletişime geçmek için yaptıkları ritüellerde müziğe başvurmuşlardır.

Müzik bu anlamda yaşamın her alanında vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik tüm bu nedenlerden dolayı aynı zamanda bilimsel bir disiplindir. Müziğin bilimsel olarak ele alınması ve belirli yöntem dahilinde çalışmalar yapılması, yaklaşık iki yüz yıldır devam etmektedir. Müziğin bilimsel boyutu müzikoloji ya da müzik bilimleri diye bilinir. Müzikolojinin konuları; müzik psikolojisi, müzik antropolojisi, müzik sosyolojisi, müzik kuramları, müzik sistemleri vb. birçok alanla tanımlanmaktadır.


Başlangıçta sadece müziğin sosyolojik yönünü ele almaya çalışanlar ya da onu sahne odaklı düşünenler, zamanla bu tür çalışmaların çok kısır olduğunu gördüler. Müzik, kültürün tamamı ile kodlanmış çok boyutlu bir sanat etkinliğidir. Bu nedenle müziği bilimsel olarak ele almak için her alanla flört etmek gerekir. Müziği bilimsel çalışma alanı olarak seçenler, sosyoloji, psikoloji, antropoloji vb. disiplinler ile ilişkilendirmek zorundadır. Aksi taktirde çalışmaların bir yönü daima eksik kalacaktır.  

Vural yıldırım



6 Nisan 2016 Çarşamba

KENTE DAİR

"Sanayi Devrimi ve kapitalizmin gelişimi kentlerin üretim ve bölüşüm ilişkilerine göre şekillenmesine neden olmuştur. Ancak bu şekillenme kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre değişkenlik göstermektedir. Zira kapitalist sistemin yaşadığı krizler, kapitalizmin kente ilişkin tek bir algısı olmadığını göstermektedir.
1929’da yaşanan krizde Keynesyen politikalarla devlet destekli yapılanışa giden kapitalizm, emeğin yeniden üretimi, kitlesel üretim ve tüketim odaklı mekânsal örgütlenmelere giderek, kapitalizm sürdürülebilirliğini sağlamışken, 1970’lerde yaşanan krizden sonra ise neo-liberal politikalarla sermaye odaklı olarak kentsel mekânda yapılanışa giderek krizden çıkmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda, günümüz dünyasındaki mekânsal örgütlenmeleri kapitalist sistemin etkileri üzerinden yorumlamak gerekmektedir. Buna göre mevcut üretim tekniği olan postfordist üretim tekniğinin etkisi ile postmodernist yapılanmalar, kapitalizmin mekânsal örgütlenmelerini belirlemektedir. Küreselleşme olarak da adlandırılan bu süreçte sermaye, kendi akışkanlığını kolaylaştırmak ve birikimini artırmak yönündeki dürtü ile yeni mekânsal düzenlemelere gitmekte, eski çevreleri sürekli olarak bir değişme döngüsü içine almak istemektedir.

Bu bağlamda günümüzde farklı disiplinlerce ele alınan, kent tartışmaları, yukarıda belirtildiği gibi, küreselleşme kapsamında sermayenin son dönem ilgisi nedeniyle güncelliğini korumaktadır. Bu nedenle bu çalışmada da farklı disiplinlerden bilim insanlarının kent kavramını değerlendirdiği yazılara yer verilmekte ve kente dair tartışmalar yapılmaktadır."



SELANİK YAHUDİLERİ

"1856 - 1919 yılları arasında Selanik tarihinin en fırtınalı dönemi yaşanmıştır. Önemli ama gelişmemiş bir Osmanlı kenti olan Selanik, bu dönemin ilk otuz yılında, son derece önemli ekonomik, demografik, kültürel ve toplumsal gelişmelerin eşiğine girmiştir. Şehir ikinci otuz yılda ise Makedonya’daki halkların ulusal bağımsızlık savaşımları sırasında siyasal ve askerî çatışmaların odağı olmuştur. Bu çerçevede bölgede oluşan yeni devletlere nüfûzlarını kabul ettirmeye çalışan Büyük Devletler arasındaki rekabet, Selanik’in Yunan egemenliğine geçmesine dek, bir dünya kenti haline gelmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı dönem süresinde, sözü edilen sürece Yahudilerin katılımı özgün bir toplumun varlığını kanıtlar; bu ise Selanik’in tarihsel gelişiminden soyutlanamaz."
RENA MOLHO



ΑŞΚ ΗİΚΑYΕLΕRİ
JULIA KRISTEVA
"Psikanalist olmak bütün hikayelerin aşktan söz etmek anlamına geldiğini bilmektir. Bana sırlarını dile dökerek emanet edenlerin bütün dertleri; geçmiş ya da şimdiki, gerçek ya da imgesel aşk yoksunluklarıdır. Ben bu durumu ancak kendimi bir sınırsızlık, acı ya da hayranlık noktasına yerleştirirsem anlayabilirim. Öteki, macerasını ancak benim zaafımla anlamlandırabilir.
Felsefe, din, şiir, roman? Aşk hikayeleri. Platon’dan Aziz Tommaso’ya, Romeo ve Juliette’ten Don Juan’a, saz şairlerinden Stendhal’e, Meryem’den Baudelaire ya da Bataille’a kadar. Büyük simgesel irdelemeler her gün karanlıkta dinlenen şeylerin dışında bir şey söylemiyorlar. Ruhsal olarak hayatta olmak aşık olmak demektir; analizde ya da edebiyata maruz kalarak.
Tüm insanlık tarihi muazzam ve sürekli bir aktarım sanki."




4 Nisan 2016 Pazartesi


                           


MISIR UYGARLIĞI VE SANAT

 Tarih bizlerin dışında geçmişin hikayelendirilmesinden başka bir şey değildir. Tarih anlamını nereden başladığı ile değil, kimler tarafından yazıldığı ile sürdürür. İktidar ilişkileri, nesnel olmayan görüşler, etnosantrizmi tarihin yazımını etkileyen önemli öğelerdir. 


Felsefe, sanat ve bilim dediğimizde aklımıza Grek uygarlığı gelir. Bu uygarlığa yapılan göndermeler zaten Mısır ve Mezopotamya’da binlerce yıldır varolan öğelerdir. Nasıl olup Grek uygarlığı bu ikisinin önüne geçebilmiştir anlaşılır bir şey değil! İlk yazıyı Mısır’lıların bulması ve bu yazının daha çok resimsel tarzda oluşu belki de Mısır’lılara ilk ressamlar dememizi gerektirir. Özellikle ölümle ilgilenmeleri ve felsefelerini bu boyutta düşünmeleri, kültürlerinin ve sanatlarının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Despot Mısır krallarının gücü, devasa mezarları (piramit) ile simgeleşmiştir. Bu mezarların günümüzde de çektiği ilgi yalnızca bir mezar olarak düşünülmeyip, aynı zamanda bir sanat eseri olmalarıyla ilgilidir. Ruhun sonunda tekrar bedene döneceği inancı Mısır uygarlığının temel belirleyicisidir. 


Yaşamın her alanında öteki dünya, despotizm, ruhun ölümsüzlüğü ve Nil kendini hissettirir. Özellikle ölüm teması Mısır’ın gizemsel yanının ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ölümün metaforik olarak ölümsüzlüğü anlatması, sanatta sonsuzluğu simgeleyen eserlerin yaratılmasına neden olmuştur. Sonsuzluğu simgeleyen heykeller, ölüm ve dans müzikleri, aşkınlığı anlatan resimler… 


Mısır geçmişteki gizemini zamanımızda da korumakta ve bu konuda üretilmiş eserlerle sanatçıları etkilemektedir. Ülkemizde de Mısır sanatından ve uygarlığından etkilenenlerin başında gelen Perihan Sadıkoğlu, çalışmalarını bu yönde sürdürmektedir. Kendisi, almış olduğu sanat eğitiminin birikimini, Mısır sanatı odaklı olarak resme dönüştürmektedir. 

Sadıkoğlu’nun çalışmalara kendiliğinden giren Mısır etkileri, ilk örneklerini, dergilerden kesilen fotoğraflar ve piramit formlu resimlerle yapılan kolaj çalışmaları ve onların üzerine boya ile yapılan müdahalelerden oluşmuştur. Daha sonra Antikçağ Mısır’ıyla özdeşleşmiş olan papirüs ve hasır gibi malzemeler, jüt üzerine yapıştırılması ve ekspresif bir ifadeyle boyanması ile Antik Mısır’dan esinlenerek yapılan çalışmalarının devamı niteliğinde olmuştur. Daha sonra keten bezi veya tuval üzerine kurgulanan kompozisyonlarda ekspresif yaklaşımlar kendini göstermiştir. Resim çalışmalarının içersinde, piramit formu, figür ve Antik Mısır’a ait çeşitli semboller yer almıştır. Çalışmalarda açık kompozisyonlar yanı sıra kapalı kompozisyonda kullanılmıştır. Kompozisyonlarda açık formlar yan yana kullanılarak kurgulanmıştır. Renk, resimlerde koyu açık etkisi yaratmak için kullanılan bir öğe niteliğindedir. Çalışmalarda kendisini gösteren fırça darbeleri ve düz yüzeylerin birbiriyle olan etkileşimleri, koyu ve açık yüzeyleri ayırt etmek için kullanırken renk ile ifadesini bulmuştur. Ancak bu ifadelerin dışında, renkçi denilebilecek bir renk anlayışı da zaman zaman kullanılmıştır. Çalışmaların çoğunda Antik Mısır’ın rengi olan Nil nehrini temsil eden turkuvaz rengi ön plana çıkmaktadır. Ağırlık olarak kullanılan soğuk renkler, yanında kompozisyona giren sıcak renkler belli bir noktaya vurgu yapmak için kullanılmıştır. Kullanılan renklerde varyasyon geliştirmek yerine, renkleri oldukları gibi saf biçimde kullanarak dikkatin biçimsel ritme çekilmesi istenmiştir. Resimdeki ritmik yapı aynı zamanda müziğe bir göndermedir. Müziğin unsurlarından olan ritim çalışmalarda renk armonizasyonu yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Mısır müziği bilgilerini edindiğimiz ikonoloji de aslında bir resimsel alandan başka bir şey değildir. Mısır resim ve müziğin iç içe geçtiği eklektik bir sanatı ilk dönemden beri bizlere sunmaktadır.Kimi çalışmalarda renklerde sadeleşmeye gidilerek sembollerin kendi aralarında ilişki etkileşiminin güçlendirilerek derinleştirmesi istenmiştir. Canlı renklerle duygusal ve dışavurumsal etkileşim kurulmuştur. Resimlerde renk çeşitliliğiyle, çocukluk çağlarımızdan kalan sembollerin Antik Mısır'ın sembolleriyle kaynaşılması ve sembollerin düş dünyamıza açılmaları amacıyla hareket edilmiştir. Böylece simgeler tarihteki bağlamından çıkarılarak, kendi hayallerimize dönüştürülmüştür. Sembollerin etrafında hikâyeler ol
uşturulması, sembollerin vurgulanmasını sağlanmıştır. 


3 Mart 2016 Perşembe

MÜZİKOLOJİ HAKKINDA



Sanat alanlarında çalışma yapanların en önemli sıkıntısı, kendilerini konumlandıracakları yerlerle ilgilidir. Bu aynı zamanda sanatçıların entelektüel düzeylerini de belirleyici bir rol oynar. Her sanatçı aslında alanının merkezinde olmayı ve olmaya çalışmayı kendine şiar edinmiştir.

Müzik alanını, ünlü filozof Schopenhauer, sanatların en üstünde olarak tanımlar ve bunun gerekçelerini kendine göre belirtir. Ressamlar ise müziğin minör düzeyde sesler ve renkler ilişkisi olduğunu savunurlar. Edebiyatçılar, ses, tını ve tonlamanın iki sanat alanında paralel olduğunun belirtir. Hatta Yahya Kemal Beyatlı daha ileri giderek müzik ve şiiri aynı kategoride tanımlamıştır. Yazdığı Hayâl Beste, Kar Mûsikîleri, Mohaç Türküsü vb. eserleri müziğe göndermeler olarak da kabul edilebilir.

Müziğin bu kadar ilgi çekmesinin altında yatan gerçekliği aslında tam olarak açıklamak mümkün değildir. Sanırım bu kadar kolay tüketilen ve bir o kadar da sevilen, sanat olarak  tanımlanan müziğin gizemli bir tarafının olduğunu kabul etmeliyiz.

Gizem sözcüğü insanlar arasında değişik anlamlar ifade etse de, müzik söz konusu olduğunda işin biyolojik ve ruhani yönünü düşünmeliyiz. Biyoloji denildiğinde, okur “müzik ile nasıl bir ilişkisi olabilir?” diye soru sorabilir. Başlangıç olarak müziğin doğal bir olay olduğunu kabul etmeliyiz. Müziğin doğallığı ve doğa kökenli olması onu aynı zamanda biyolojik bir potada ele almamıza yardımcı olur. İnsan denen ilahi varlığın müzik ile olan iletişimi ve etkileşimi de aynı zamanda biyolojik nedenlerle açıklanabilir.

Müziğin diğer bir boyutu da “ruhani”yetidir. Müziğin ruh hastalıklarında iyileştirici bir araç olarak kullanılması yüz yıllardır devam eden bir yöntemdir. Müzik aslında bir ilaç olmamasına rağmen çeşitli ruh iyileştirme çalışmalarında, yardımcı araç olarak kullanılmakta ve oldukça olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Ayrıca Türk kültüründe önemli bir yeri olan Kam’lar, ruhlarla iletişime geçmek için yaptıkları ritüellerde müziğe başvurmuşlardır.

Müzik bu anlamda yaşamın her alanında vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik tüm bu nedenlerden dolayı aynı zamanda bilimsel bir disiplindir. Müziğin bilimsel olarak ele alınması ve belirli yöntem dahilinde çalışmalar yapılması, yaklaşık iki yüz yıldır devam etmektedir. Müziğin bilimsel boyutu müzikoloji ya da müzik bilimleri diye bilinir. Müzikolojinin konuları; müzik psikolojisi, müzik antropolojisi, müzik sosyolojisi, müzik kuramları, müzik sistemleri vb. birçok alanla tanımlanmaktadır.

Başlangıçta sadece müziğin sosyolojik yönünü ele almaya çalışanlar ya da onu sahne odaklı düşünenler, zamanla bu tür çalışmaların çok kısır olduğunu gördüler. Müzik, kültürün tamamı ile kodlanmış çok boyutlu bir sanat etkinliğidir. Bu nedenle müziği bilimsel olarak ele almak için her alanla flört etmek gerekir. Müziği bilimsel çalışma alanı olarak seçenler, sosyoloji, psikoloji, antropoloji vb. disiplinler ile ilişkilendirmek zorundadır. Aksi taktirde çalışmaların bir yönü daima eksik kalacaktır
        İstanbul’da Plastik Sanatlar ve Müzik

Bir yandan popüler kültürün kuşatmasına maruz kaldığımız şu günlerde, diğer yandan bu kadar önemli gelişmelerin olması sevindiricidir. Yalnız müzikte değil sanatın tüm dallarında yaşanan bu negatif durum, toplumumuzun kültürel yapısın da önemli ölçüde etkilemektedir. Sanatçı sanatı sorgularken, aydınlarımızın postmodernist  kurama yeşil ışık yakmaları, sanat tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Tıpkı Antik Yunan’da, Orta Çağ’da olduğu gibi, hatta modernitenin doğum sancılarının yaşandığı dönemlerdeki gibi, sanat ve sanatçı yeniden sorgulamalarını, düşünsel savaşlarını yapmaktadır. Bir yanda çokuluslu şirketlerin sanata bakışları, diğer yandan ulusal bilinç ile sanatı ele alanlar… Tüm bu tartışmalardan kazanacak olan yine sanatın kendisi olacaktır. Çünkü toplumsal dinamizm, sanatın tüm hücrelerine nüfus eder.

Ressamlarımızın yeni arayışları, müzisyenlerimizin deneysel çalışmaları, sinemada kısa film furyası, bu diyalektik sürecin varlığını göstermektedir. Müzikteki popüler müzik tartışmaları ve Türk Müziği sorunsalı, resimde kavramsallık, üç boyutluluk, videoart, gelecekte doğacak yeni sanat dallarının ve ekollerinin habercisi. Unutulmamalıdır ki, sanat sığ zihniyetli insanların üzerinde at koşturacağı kadar başıboş bir alan değildir. Aksine derin bir tarihi birikim ve entelektüel çabayı gerektirir.
İstanbul’da Plastik Sanatlar ve Müzik adlı çalışma, bir müzisyenin bakış açısı ile sanatın diğer dallarını, özellikle plastik sanatları irdeliyor.



26 Şubat 2016 Cuma


NEDEN SANAT
Sanat insanları sıkıntılarından uzaklaştıran onları hedeflediği gizemli bir dünyaya götüren diğer yandan kişilik oluşumunda kişinin gelişiminde rol oynayan toplumun sosyal yaşamında yapıcı görevler üslenen bir disiplindir. Sanatta biçim yaratma vardır ve  kendini biçimle ifade eder. Belirli bir konu içerik ve estetik değerlerle oluşturulan eserlerin  bir dili vardır.
‘’Sanat, tabiatta ve toplumda insanın anlatımıdır’’ der Joseph Bıllıet. İnsanın  ruhunda estetik hazlar uyandırır. Temel nokta bireyin kendisini ifade etmesidir. Bunun içinde her sanatçı farklı malzemeler ve teknikler kullanır. Seçtiği yöntemle düşüncelerine biçim verir. Bu yöntemlerden biride resimdir.  Hangi çağda, veya hangi akımda olursa olsun Resim, bir  yüzey üzerinde çizgi ve renk yoluyla ifade biçimidir.
Kişileri birbirine yakınlaştırır. Ortak zevk noktalarının oluşmasına katkı yapar. Ulusal değerlerin oluşumuna hizmet eder. Evrensel olguların yaygınlaşmasını sağlar. Sanat insanın kendi insanlığını tanımasıdır. Şair, müzisyen veya ressam olarak şüphesiz yapıtlarında kendi düşüncelerini, duyarlığını, kendi kişisel dünyasını ifade ederken toplumsal yaşamın kuşatması ile bilerek ya da bilmeyerek toplumun önemli saydığı değerlere de katkıda bulunmaya çalışır. Sanatsal gelişim, toplumsal gelişmeye ve toplumsal yaşamın yapısına bağlıdır. Sanatın sosyal işlevi vardır, insana ve topluma hizmet eder. Bireyin ve toplumun yaşamında yapıcı rol oynar. Sanat etkinliklerinin yardımıyla zevkleri, düşünceleri açık ve sağlam olan insanların yetişmesi sağlanır, bunun sonucunda sağlıklı toplumlar oluşur.


                                                                                                                 AYŞE ÖZTÜRK


13 Şubat 2016 Cumartesi



               YÜCEL KALE “ÖZGÖRÜ” HEYKEL SERGİSİ G-ART GALERİ’DE
Bağımsız, arınmış düşüncelerinin, fikre ve oradan heykele dönüşmesi ve bu sürecin var olmanın farkındalığıyla beslenmesi, Yücel Kale’nin ÖZGÖRÜ sergisinin ana fikrini oluşturuyor.

Ahşap malzeme üzerinden sanatsal üslubunu oluşturan Yücel Kale’nin bu sergide cam, bakır gibi farklı malzemeleri ustalıkla kullanışı, denemeye ve yeniliğe açık, keşifçi yönünü gösteriyor. Sergide görme eylemini, kendine has şiirsel üslubu ile fantastik öğeler ve masallar üzerinden anlatım yolunu seçmesi, bakmak ve görmek arasındaki büyük farka dikkat çekiyor. Ürettiklerinin yalnızca heykel değil aynı zamanda resimsel öğeler taşıması da oldukça dikkat çekici bir unsur.

Sergide karşımıza çıkan formlar bizi çocukluğumuza götüren harikalar diyarının anahtarı gibi.  Burada dikkat çeken bir diğer nokta ise portrenin önemi. Kullandığı her malzemede karşımıza çıkan kuvvetli portrelerde her türlü mimik ve ifade, eserin can alıcı noktası halini alıyor. İnsan ve hayvan karışımı figürler izleyicinin gündelik yaşam gerçekliğinden masalsı bir diyara yolculuk etmeleri için bir kapı açıyor.

Sergi 10 Şubat - 12 Mart 2016 tarihleri arasında G-Art Galeri’de gezilebilir. (Basın Bülteni).




12 Şubat 2016 Cuma



                                    Müzisyen Portreleri-Filiz Ali

Uzun yıllar Türkiye’nin önemli gazetelerinde ve kültür sanat dergilerinde müzik eleştirileri yazan değerli müzikolog Filiz Ali’nin kaleminden bir çağa tanıklık edebilecek portreler...
Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli müzisyenler İdil Biret, Suna Kan, Ayla Erduran; dünyaca ünlü orkestra şefleri Herbert von Karajan, Antal Doráti, genç yetenekler Efe Baltacıgil, Zeynep Gedizlioğlu kitabın farklı bölümlerinde karşımızı çıkıyor.
Filiz Ali, “Müzisyen Portreleri”nde yaptığı çalışmalar ve organizasyonlar vesilesiyle pek çoğunu yakından tanıdığı dünyaca ünlü müzisyenlerin hayatlarını anlatıyor. Müzisyen dostlarını, izlediği konserleri ve pırıltısını yakaladığı gençleri anlatırken, müzik tarihinde önemli bir yer tutan öncü müzisyenleri de unutmuyor.
Filiz Ali’nin yazılarının gözden geçirilmesiyle oluşturulan “Müzisyen Portreleri”,  “Portreler”, “Gençler” ve “Ölümlerinin Ardından” başlığını taşıyan üç bölümden oluşuyor. Her bölümde yabancı müzisyenlerin ardından Türk müzisyenlere yer veriliyor.
“Müzisyen Portreleri”, Filiz Ali’nin dediği gibi “Müzik mesleğinin çilesini hiç şikâyet etmeden çeken, müzik aşkını bütün öteki aşk ve sevgilerin üstünde tutan, tüm dünya müzik severlerini bağırlarına basan bu eli öpülesi insanlara bir armağan…”
Örnek hayatlar, uzun ve çileli çalışmalar, sanat uğruna kat edilen on binlerce kilometre... Filiz Ali, bu portrelerle okura, severek dinledikleri müzisyenlerin ne zor yollardan geçtiklerini anlattığı gibi, onların kimi kişisel özelliklerini de muzipçe dile getiriyor. (Tanıtım yazısı).


7 Şubat 2016 Pazar


POPÜLER MÜZİK VE MÜZİKAL KİMLİK

                                                                                                                                                                                                                                                                                                          Vural Yıldırım

GİRİŞ  
            Popüler müzik üzerine çalışmak, sözlerin anlamını ve müziğin ne olduğunu betimlemek değil, popüler olan türlerin nasıl yapısal ilişkiler bütününden geçerek sunulup “kabullenildiğini” ortaya çıkarmak amacı ile irdelendiğinde anlam kazanır. Çünkü “Müziği yerine oturtmak konusundaki sürekli çabalar, pop kültünün de herşey gibi çelişkilerle dolu olduğu gerçeğini gizlemektedir.” (Frith, 2000:13),
Popüler müzik, popüler kültürün en önemli alanlarından biridir. Bu alanı bilimsel bakış açısıyla incelemeyi düşündüğümüzde, yapılacak çalışmalar için toplum bilimlerin yöntem ve tekniklerini kullanmamız gerekir. Müzik, sosyo-kültürel fenomendir. Gündelik yaşamda eğlence aracı olarak kullanılmasına rağmen önemli fonksiyonları vardır. Bu fonksiyonların incelenmesi sözkonusu olduğunda, kapitalist üretim ilişkilerinden, müzik beğenisine kadar oldukça geniş alanı kapsayan bütüncü [1]çalışma perspektifine yönelmemiz gerekir.
            Kapitalist üretim ilişkilerinin mülkiyet sahipleriyle ücretliler arasındaki eşitsizliği, karşıtların çatışmasını[2] doğurmuştur. Kültür”...bir çatışma ve mücadele alanı “  (Storey, 2000:10) olduğuna göre,popüler kültür, kültürel çalışmalar içinde öne çıkan, bu alanın seyri içinde kolayca meşrulaşan, dikkat çeken ve ele geçirilmesi gereken belirleyici paradigmadır.
            Popüler kültür halka ait diye bilinse de, yönlendiricileri ve denetleyicileri[3] egemenlerdir. Bu alan, “ … egemen güçlerin at oynattıkları, egemenliklerini pekiştirdikleri, bu nedenle mücadele edip kazanmak istedikleri bir alan”dır. (Özbek, 1991: 10).
            Popüler kültür konusunda “ mücadele” ve “ çatışma” kavramları aklımıza kimi zaman sınıfsal bir ironiyi, kimi zaman da marksist perspektifi getirir. Konu ile ilgilenen eleştirmen, aydın, müzisyen v.b. “ dışlama, ciddiye almama” gibi bir görüşe sahiptirler. Popüler kültürü eleştiren ve kitleleri “apolitize” durumuna getirdiğini söyleyenlerden birisi Adorno’dur. Adorno, felsefe ve müzik üzerine çalışmış ve bu alanlarda popüler kültürün etkilerini, toplum için işlevini incelemiştir.[4] Adorno, müziği “ciddi” ve “standart” diye nitelendirir. Ona göre standart müzik gündelik yaşamın müziği ve apolitiktir. Toplumun bilinçlenmesini sağlayacak müzik ciddi dediği çoksesli müziktir. Bu müzik bireyin zekasını geliştirici niteliktedir. Standart olan ise, nitelikten yoksun aynı zamanda siyası erkin güdümünde, kitleleri sunni mutluluğa sevk eden, içi boş müziktir. Ülkemizden bir caz müzisyeni Önder Focan ise bu konudaki görüşlerini şu şekilde belirtir; “ Popüler müziği bir müzik türü olarak algılamıyorum. … patates cipsi, deterjan ve dondurmadan pek farklı değil. (Aktaran, Metin Solmaz, 1996: 149).

KONUM
            Dışlama ve ciddiye almama popüler kültürün elitten uzak olduğu izlenimini verse de, bu alan toplumun tüm katmanlarına eklemlenmiş durumda. Kitle iletişim araçlarının egemenlerin elinde olması, popüler kültür ürünlerinin sunumunun çeşitli programlar ( televole vb.) aracılığıyla yapılması ve yaratılan yıldızların [5] davetlerine “ sosyotenin” katılması buna örnektir. Ayrıca popüler kültürü dışlamak için yapılan reddedici eleştiriler, hem eleştireni, hem de eleştirileni gündemin içine sokmaktadır. Ünlü romancılarımız (O. Pamuk, A. Altan vd.) ürünlerini popüler biçemde tanıtmaya özen göstermektedirler.
Tüm bu nedenlerden ötürü popüler kültür konusunda yapılacak çalışmalar önemli misyon içermektedir. Çünkü pop kültürü kapitalist ilişkiler içinde dengesi egemenlere doğru ağır basan bir alandır. Çalışmalarının objektif olması zaman zaman araştırmacıyı egemenlerle karşı karşıya getirir. Bu noktada araştırmacının kendi etiğini sorgulaması gerektiğini söyleyen Frith ( Aktaran Mcgregor, 2000: 17 ), Şu uyarıyı yapar, “ pop kültürü kapitalist ideolojinin nasıl işlediğini ortaya koymaktadır. Kültürel yorumlamanın amacı metaların bizlerden gizlediği sorunlara işaret etmektir. Amaç ‘müzik doğru dürüst proleter değilse beş para etmez’  yargısını ortaya koymak değildir.”
Popüler müzik eğlence sektörünün malzemesi ve gündelik yaşamın müziğidir. Üretim ve tüketimi Kapitalist sistemin karmaşıklığına paraleldir. Popüler müziğin gelişmişliği ve yaygınlığı sistemin gelişmesiyle orantılıdır. Üretimin ihtiyaç duyduğu sermaye, kapitalist sistemin içinde daha kolay temin edilerek ürünün meta karekterine bürünmesi kolaylaşır. Popüler müzik üretici firması ve sunan bireyi yani müzisyeni bu ilişkilerin içinde ön planda olmalarına rağmen, sermaye dönüşümünün alt basamaklarındadırlar. Çünkü ortada ürünün dağıtımı, sunumu, reklamı ve bir dizi ilişkileri tam bir endüstri ağını oluşturur.
            Popüler alanın en önemli meta karekteri taşıyan araçlarından birisi müziktir. Müziğin anlamlandırılması ve yorumlanması ve sektör içinde gelişiminin incelenmesi bu çalışmanın amaçlarındandır. Ayrıca popüler kültür alanı bireysel beğeni ve kimlik oluşumunu nasıl etkiliyor? Sorusuna yanıt aranacak, müziğin işlevi ve anlamının “boşaltılması sorunu irdelenecektir. Temel yaklaşım, popüler kültür içinde müziğin kimlik oluşumuna etkisi üzerine odaklanmaktadır. Çalışma dün ve bugün arasında eşsüremsel bağlantının ironisini ele alacağı için belge tarama yöntemi kullanılacaktır. Konu ile ilgili çalışmalar fazla olmasına rağmen, bizim için birincil önem taşıyan kaynaklardan yararlanılacaktır. Craig Mcgregor, Pop Kültür Oluyor (2000), Metin Solmaz, Türkiye’de Pop Müzik (1996), John Storey, Popüler Kültür Çalışmaları (2000), Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski (1991), yararlanılacak birincil kaynaklardır.
            Sistemin egemenleri popüler kültürün ve popüler müziğin de yönlendiricileridir. Toplum siyasi erke müzik kanalıyla entegre olmaktadır. Müziği yönlendiren sektör, dışarıdan bireye yön verir. Bireyin beğenisinin altında ise kültürel arka planın etkisi vardır. Kültürel arka plan, bireyin içinde bulunduğu toplumun tarihine gönderme yapan kavramdır. İstanbul odaklı çalışmada, popüler müziğin belirlenmesi ve yönlendirilmesinde, kültürel arka planı Anadolu’ya uzanan insanların durumu belirleyicidir. Bu nedenle Anadolu’nun İstanbul’a “ taşındığı” göç konusunu kısaca ele almamız gerekir.

GÖÇ VE KİMLİK SORUNU
            Göç, toplumların, bireylerin hatta ulusların sosyo-ekonomik seyreden ve kültürel yapıyı etkileyen önemli bir faktörüdür. Her konuda olduğu gibi bu konu ve kavram için de çeşitli tanımlar yapılsa da göç genel olarak;  “… kişileri yeni bir topluluğa götüren dolayısıyla yeniden uyum sağlama sorunlarıyla karşı karşıya bırakan yer değiştirme olayıdır.” (Tekeli,1998: 10).
            Tekeli’nin sözlerinden yola çıkarak ve müziğe yönelmek amacıyla, göç kavramını şu şekilde katagorize edebiliriz:
GÖÇ
EKONOMİK
DOĞAL AFETLER
SOSYAL
Sezonluk göç
Deprem
Sezonluk
Tayin ile olan göç
Yangın
Gündelik

Sel
Geleneğe başkaldırı vb.

             Bu katogorilendirme işlemini çoğaltabilir ya da daraltabiliriz. Göç konusunda iki büyük aktivite dikkat çekicidir. Birincisi içgöç, ikincisi dışgöçtür. 
             Ekonomik doğal afetler dışındaki göçler isteğe bağlı ve bireyin kendi iradesi ile yaptığı göç eylemidir. Yaşadığı çevrenin kültürel anlamda bilincinde olan birey ya da grup mekan değiştirme gereksinimi duyabilir. Bu aşamada yapılacak tek şey; göç etmek, yeni mekanlar, yeni yaşam biçimleri tanımaktır. “ Geleneksel ve tarımsal cemaatlerden kentsel sanayi ve hizmetler sektörlerindeki modern ve akılcı örgütlenmelere doğru akan göçmenler bir yandan eski ilişkileri ve kimlikleri [aile kanalıyla] sürdürme, öte yandan yeni ilişkileri ve kimlikleri kurma ve dönüştürme pratikleri gerçekleştirmektedirler.” (Akşit,1998: 31). Ayrıca “… kişiler yeni yerlere giderek öncelikle yararlanabilecekleri fırsatların sayısını artırmaktadır. Yer değiştiren kişi mesleki ve sosyal hareketlilik sağlıyabilmektedir. Göç ederek yeni bir yaşam biçimi seçebilmektedir.” (Tekeli,1998: 11).
            Göç ister keyfi, ister zorunlu olsun beraberinde fiziksel ve ruhsal sorunlar doğurur. Coğrafi konuma uyumsuzluk başta fiziksel sağlık sorunları yaratırken, kültürel uyumsuzluk; kimlik karmaşasından, kültürel şoka uzanan ruhsal sorunlara neden olur.
            Göç son noktada, gönüllü bir sürgün hareketi, kimlik [6] kaymasıdır. Göçün müzik beğenisine yönlendirici, güdüleyici etkisi ileriki bölümlerde ele alınacaktır.

MÜZİKAL KİMLİK
Bulunduğumuz ortam kimliğimizi belirlerken, kimliğimiz etkinliklerimizi yansıtıyor. Müzik bizim için vazgeçilmez bir öğe olmanın yanında kimliğimizi, kültürümüzü ifade eden simgeler ve davranış biçimini bünyesinde barındırıyor.
            Hepimiz belirli bir ortamda doğarız. Doğduğumuz ortamı şeçme şansımız asla sözkonusu değildir. Belirli konuma geldiğimizde yaşayabileceğimiz ortamı seçme hakkına sahip olsak da, doğduğumuz çevreden dolayı kimliğimizi kazanmış oluruz. Doğduğumuz çevre bizim kültürel şekillenmemizi belirler. Kültürümüz bize kimlik kazandırır. Kimlik, kalıtsal bazı özelliklerin ve kültürümüzün bize yüklediği bireysellik, öznelliktir.
            Kimlik tanımlamalarında eskilerin değer yargılarına başvuramayacak kadar hızla değişiyoruz. Değişim kimliğimizin ifadesini zorlaştırıyor. Sadece “ötekilere” karşı bir tanım yaparak kendimizi ortaya koyuyoruz. Popüler müziğin içinde geleneksel olanın yer alması kimlik tanımlamamızda işimizi kolaylaştırabilir.
Yaşadığımız gruba ait olup olmamanın ötesinde, kimliğimiz bizi diğerlerinden ayıran bilincimiz, ifade şeklimizdir. Kimlik bireysel, grupsal, ulusal vb. şekillerde tanımlanabilir.
            Kimlik sorunu çalışanların konuyu ele alış biçimlerini Sayın Meşe( 1997: 431) şöyle açıklamaktadır; “ Etnolojik veya sosyal antropolojik çalışmalar, kimlik sorununu, çeşitli kültürlerin birbirleriyle çatışması, daha somut bir deyişle, çeşitli kültürlerin Batı kültürüne karşı varlığını koruması çerçevesinde ele alır.”
            Çalışmanın genel çerçevesi böyle olmasına rağmen, ulusal sınırlar içinde varolan kimlik sorunu öncelikle, “ alt- üst” kültür çatışması şeklindedir. Kimlik sorununu ortaya çıkaran bir başka neden ise göçtür. Göçün çeşitli nedenleri olmakla birlikte kimliğin belirlenmesinde, olumlu- olumsuz etkileri olmaktadır. Farklı(lık)larla karşılaşan birey kendi kimliğinin bilincine varmakta, iyi-kötü yanlarını görmektedir. Kimliğin oluşum süreci yaşamın her alanına yansımakta, farklıların olumlu ve iyi yönleri diğerlerinde komplekse neden olmakta ya da yanlış algılanarak içinden çıkılması zor durumları doğurmaktadır.

KAOS
            Cumhuriyet sonrası müziğimizdeki “gelişmelerin” nedeni budur. Aydınlarımız “modern” diye tanımladığı Batı müziğini model alıp, kimliğimizin yeniden inşası için kullanmaya çalıştılar. Müziğin kendi dinamiğinde gelişimi “çeşitli yönlendirmeler” sonucu engellendi. Aslında “ … kendi öz kimliğinin, kültürünün, zevkinin, vb. üzerine sorgusuz sualsiz batıcılığı kondurmaya çalışan (ve elbettte bunu başaramayan) aydın [7]…”larımız yanıldılar. Çünkü biz modernleşme adına kendi kültürümüzü eleştirerek dışlıyor, tamamen başka bir kültürü almaya, özümsemeye çalışıyoruz. Eleştiri yapmasını bilmiyoruz. Bizde “eleştiri, akıl yollarını kapamak, metaları ve tarzları önceden belirlenmiş kalıplara sokmak anlamına geliyor.” (Frith,2000: 13).
            Bireyin yer değiştirmesi, sahip olduğu tarihin, kültürel estetik yargılarının yer değiştirmesi anlamına gelir. Kırdan kente gelenler, geleneksel yaşam estetiğinin melodik dışavurumu olan müziğin ya da müzik beğenisinin taşıyıcısıdırlar. Kent- kır arasında taşıyıcı olanlar kırı kente, kenti kıra dönüştürürler. Onların en büyük destekçileri, maddi kültür ürünlerinin bu dönüşümde yer almasıdır. Her kültürel grup kendi yaşam koşullarının, doğduğu- yetiştiği ortama benzemesini ister. Sonuçta; köy dernekleri, türkü kafeleri, hemşehri geceleri vb. oluşumlar kentin ortasında ya da periferik tarzda boy gösterir
            Türküler sıla “ özlemini” giderirken, kent atmosferindeki endüstiriyel dinamiğin etkisi ile değişime uğrar. Bağlama, yanında gitar ile icra edilir ya da elektronikleşir. Köyden taşınan türküler, içselleştirdiği ensturumanları yanına alarak köye döner. Kitle iletişim araçları ile desteklenen popüler kültür, müzik içinde tüm değerleri özümseyerek, kendine özgü tarzda geri sunar. Müzik artık popüler kültürün içinde standartlaşmış ve üretildiği ortama yabancılaşmıştır.
            Gelenek yavaş yavaş geri dönüşü olmayan, savunulamayan ironi ile popüler kültüre eklemlenmiştir.

GELENEĞİN POPÜLER ALANDAKİ ROLÜ
            Tarihte varolan kültürel yaşam biçimlerinin, normatif tutumların, estetik anlayışın günümüz için herhangi bir önemi olmadığı düşüncesi “gelişme” ve “ilerleme” adına engellenir. Geçmişin yaşam koşulları, bunların yarattığı tüm kurumlar bugün için geride kalan, “çağdaş olmayan” toplumsal-kültürel değerlerdir. “Diğer taraftan, eski nesnelerin prestij ve çekiciliği, onları seyretme [dinleme] arzusu... ” (Shils,2002:146) hala sürmektedir. Buna bağlı olarak “...son zamanların toplumlarının hayatının büyük bir kısmı, uzak geçmişten miras alınan kurallarla uygun biçimde uzun-ömürlü kurumlar içinde sürmektedir...geçmişe moral, duygu ve entelektüel güvenle belli belirsiz bir dönüş, farkedilebilir durumdadır” (Shils,2002.146).

GELENEKSEL POP     
            Türkiye’de yapılan müzik, göçün nedenlerinden ötürü gelenekseldir. Kapitalist sisteme entegre olmuş müzik endüstrisi, kitlesel meta sürümünü popüler kültüre aktardığı geleneğin üretimi müziklerle besleyerek kazanç sağlamaktadır. Popüler kültür, geleneğin kendisi için işine yarayan, satabileceği tüm yanlarını alıp, işleyerek halka sunmaktadır. Toplumsal sağduyunun popüler müzikte kendini bulma nedenlerinden birisi, geleneğin kalıntılarını metaforik biçimde bu ürünlerde görebilmesidir. Asla ulaşamayacağı sınıfsal üst düzey konumunun sahte eşitlik beşiği popüler kültür, bireysel varlığına anlam kazandırmaktadır.
Popüler müziğin geleneksel müziği kullanımındaki diğer bir neden de anonimliğinden gelir. Geleneğin kendine özgü kültürelliği ifade biçimi yazılı değil, sözlüdür. Sözelin her aktarımı aynı zamanda yeniden üretilmesini doğurur, “sonraki asıl versiyonunu elde etmek imkansız hale gelir.” ( Scott, 1995). Ürünün sahibinin belli olmaması, onu sahiplenilebilir konuma getirirken telif sorununu da bertaraf eder.
             Popüler müziği yaygınlığı ve niteliği açısından kapitalizmin ürettiği halk müziği diye düşünebiliriz. Üretimin boyutları ve türlerin aynı sektör içinde birlikteliği, bunun yanında ritimlerin tekdüzeliği bizim müzik türlerini ayrıştırmamızı zorlaştırır. Medyanında etkisiyle genel olarak kırda üretilen halk müziği, kent kültürünün etkisinden kurtulamaz. Etkileşimin uzun vadeli sonucu; üretilenlerin müzik endüstrisine uygunluğu, varolanların uyarlanmasıdır.
            Müzik hegemonyası (endüstrisi) ürettiği ürünlerde halkın beğenisini asgari düzeyde dikkate alır. Çünkü ürününün satılacağı büyük çoğunluk  bu kesimdendir. Popüler müziğin kaynağı halk müziği ile beslenir. Pop kültürü geleneğe dayanarak varlığını sürdürür.
            Popüler müzik, popüler kültür gibi zaman ve mekan içinde eşsüremlilikten dolayı birbiriyle entegre durumda varlıklarını sürdürürler.
            Geçmişin müziğine bugünün müziği oturtulmuş, bugünün müziğinde geleceğin tohumları yeşermiştir. Aslında popüler müzik; geleneğin üstüne oturtulan, kapitalist eğlence kültürünün “metalaşmış” hali midir?  sorunsalı bizi geleneğin yapısal dönüşümünü irdelemeye yönlendirir. Geleneğin yapısal dönüşümünü araştırmak derin bir tarihi çalışmaya, geniş sosyoloji-antropoloji yöntemi kullamaya gereksinim duyar. 
            Popüler kültür konusu alt başlığında en yaygın inceleme alanı müziktir. Yaratılan kimlik erezyonunu, birey varolma mücadelesi vererek gidermeye çalışır. Mücadele süreci, sahte kimlik kazanımına yol açar. Grupça gidilen konserler, kült haline getirilen müzik “sanatçıları” ve onlara duyulan hayranlık. Bu aktivitelerle kitleyle bütünleşmeye çalışan birey, kendi iç dünyasının şizofrenisini dışlayarak öne çıkma, bütünleşme ironisiyle hiçliğini eritmeyi amaçlar. Gündelik yaşamın ortasına yerleşen müzik adına her şey, sahiplenilip tüketilmesi gerekendir. Kimlik ancak tüketilenin ne olduğuna göre belirlenmektedir. Medyada yer alan parçaları mırıldanamıyor, onları söyleyenlerin özel yaşamını bilmiyorsanız,  ait olduğunuz bir yer yok demektir. Aidiyetin olmaması dışlanmışlığı yaratarak melankoliyi doğurur. Kültürel koşulların yarattığı apolitik durum, melankoli ile birleştiğinde bunlardan kurtuluş olarak görülen popüler müziğe yönelinir. Tam da bu noktada popüler müziğin “çare” olacağı düşünülürken popüler kültür atmosferi bireyi esir alır.

SONUÇ
            Popüler kültür, iktidarın manipüle edici alanı, müzik bu alanın ileti kodlarıdır. Popüler müzik, kente uyum sağlama sürecinin ara momenti iken zamanla bireyi kuşatarak yaşamın kendisine dönüşür. Kimlik problemi popüler müziğin “sıradanlığı” ve yarattığı sahte grup simülasyonu ile çözülür. Sıradanlık gelenekselin metaforu gibi algılanır.
Müziğin anlamlandırılması söz konusu olduğunda “bana hitap ediyor” gibi muğlak yanıtlarla geçiştirilir. Yanıtlar aynı zamanda rasyonel yaşam alanlarının popüler kültür içindeki hapsolmuşluğunu, donmuşluğunu bize duyurur.
            Popüler müziğin oluşturduğu simgesel kahramanların modeli kültürel arka planımızı eriterek, bizi bilinçsizleşme boyutuna iter. Bu boyutta artık bireysel yargıların yerini ortak tüketilen ürünlerin başdöndürücü hazzı almıştır. Müzik beğenisi bilinenin ötesinde sunulan modellerin görselliği üzerinden, bizi ne kadar etkilediğine göre dönüşüme uğramıştır.
            Müzikalitenin yerini görselliğin verdiği haz ilkesi mi almıştır? Yoksa popüler kültürün müzik boyutu bizi Freud ‘yen egolarımızdan mı yakalamıştır?

Bu yazı Folklor/Edebiyat 2004/04.Sayfa. 63-69 yayınlanmıştır.


KAYNAKLAR:
Akşit, Bahattin.             “ İçgöçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine Gözlemler: Köy  Tarafından Bir Bakış.” Türkiye’de İçgöç. İst:Tarih Vakfı,1998.
Çulhaoğlu, Metin. “        Bizden Ne Çıktı Ne Çıkar?” Yazın. Ocak 1997/74:6.
Dellaloğlu, F. Besim.     Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum. İst. Bağlam Yayınları, 1995.
Güvenç, Bozkurt.          Kültür Konusu ve Sorunlarımız. İst: Remzi Kitabevi,1985.
Lull, James (Haz.).        Popüler Müzik ve İletişim. (Çev: Turgut İblağ). İst: Çivi Yazıları, 2000.
…..............                  Medya İletişim Kültür. (Çev: Nazife Güngör). Ank: Vadi Yayınları, 2001
Mcgregor, Craig.           Pop Kültür Oluyor. (Çev: Gürol Özferendeci). İst: Çivi Yazıları, 2000.                 
Mcrobbie, Angela.         Postmodernizm ve Popüler Kültür. ( Almıla Özdek). İst: Sarmal Yayınları, 1991.
Meşe, Gülgün.              “ Yaşam Stilleri ve Kolektif Kimlik Etkileşimi” Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik. İst: Bağlam Yayınları,1997.       
Özbek, Meral.               Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski. İst: İletişim Yayınları,1991.
Scott, J. C.                   Direniş Sanatları ( Çev: Alev Türker )  İst: Ayrıntı Yayınları ,1995.
Shils, Edward.              “Gelenek” İnsan Bilimlerine Prolegomena ( Çev: Hüsamettin Aslan ) İst: Paradigma Yayınları, 2002.
Solmaz, Metin.             Türkiye’de Pop Müzik. İst: Pan Yayınları, 1996.
Storey, John.                Popüler kültür Çalışmaları.(Çev: Koray Karaşahin). İst: Babil Yayınları, 2000
Tekeli, İlhan.                 “Türkiye’de İçgöç Sorunsalı Yeniden Tanımlanma Aşamasına Geldi.” Türkiye’de İçgöç. İst: Tarih Vakfı Yayınları, 1998.
Yüksel, N. Aysun.         Tarkan Yıldız Olgusu. İst: Çivi Yazıları, 2001



[1] Kültürel çalışmalarda bütüncü yaklaşımın hemen tüm akımlarda vazgeçilmeyen perspektif olduğuna değinen önemli bir çalışma için bakınız. Bozkurt Güvenç. Kültür Konusu ve Sorunlarımız. İst: Remzi Kitabevi, 1985.
[2] Bu konuda özellikle Marrksist çalışmalar yaygındır. Kültürün üretim ilişkilerinden kaynaklanan sınıf çatışmalarına yönelik yaklaşım ülkemizdeki çalışmalarda da kendini gösterir. Örneğin ürün yayınları çıkardığı süreli yayın Praksis, bu alana yönelmiştir.
[3] “Sosyo – ekonomik seçkinler, toplumu kendi tercihleri olan ideolojik gündemle donatmayı başarırlar, çünkü onlar kitle iletişimi de kapsayan iletişimin sembolik biçimlerini dağıtan kurumları (kitle iletişim araçları) denetlemektedir.” Lull, 2001: 21.
[4] Besim F. Dellaloğlu. Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum. İst: Bağlam Yayınları, 1995.
[5] Yıldız  olgusu, popüler kültürün içinde başlı başına bir sektör oluşturabilecek olgudur. Yıldız, ürünün sunumunda kendisi de bir meta olarak sektörün içinde yer alır. Yıldız yaratmak kapitalist sisteme özgüdür. “endüstirileşen hizmet, bireyin organize biçimde başka deyişle belli zaman araıklarında çalışmasını ve dinlenmesini gerektirir. Böylece birey çalışma dışında bir zamana sahip olacak ve bu zamanı değerlendirme gereksinimi duyacaktır. Boş zaman endüstirileşmiş eğlencenin müşterisi olur.”  (Yüksel,2001).
[6] Göçlerde varolan kimlik profillerinin yıllara göre dağılımı için bakınız. Bahattin Akşit agm.
[7] Çulhaoğlu,  Metin. “Bizden Ne Çıktı Ne Çıkar?” Yazın Dergisi. Ocak.1997/74: 6


                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...