17 Mart 2013 Pazar

TEMEL BESTELEME MALZEMELERİYLE ÇAĞDAŞ MÜZİK


Yazan: Seyit Yöre
Bağlam Yayınları Müzik Bilimleri Dizisi
Editör: Vural yıldırım




11 Mart 2013 Pazartesi


Müzik Sosyolojisi
Edip Günay
Bağlam Yayınları: 0212 243 17 27

"Müzik Sosyolojisi; doğayı göz ardı etmeksizin insan kültürü içinde bireylerin, sosyal grupların ve kuruluşların etkileşimlerinden oluşan gerçekleri müzikle ilişkili olarak araştıran denemelerden edinilmiş kuramsal bilgiler ile bu deneyimlerden yararlanılarak sistematikleştirilmiş bilgilerden oluşan bir çalışma alanıdır. Diğer bilim ve sanat alanlarında olduğu gibi, sosyoloji ve müzik sosyolojisi de kültürün diğer kurumları ile etkileşimdedir. Bu nedenle kitapta ilişkilerin incelendiği bir bölüm bulunmaktadır. Genel yaklaşım ise, "Kültürel Müzik Sosyolojisi" anlayışına uygun olarak nitelendirilebilir. Bu yapı ve içerik nedeniyle kitap aynı zamanda bir ‘Müzik Kültürü’ kaynakçısı olarak düşünülebilir."

Edip Günay

7 Mart 2013 Perşembe


SANATTA YENİ BOYUTLARA DOĞRU
Vural Yıldırım-Müzik Bilimci

Batı merkezli düşüncenin değişik kodlama biçimleri vardır. Örneğin; mistik kavramını doğu için kullanır. Kendisinin daha rasyonel olduğunu belirtmenin en kolay yolu budur. Doğu her  yönüyle mistisizmi içinde barındırır. Batının rasyonalitesini almamış ve/veya reddetmiştir. İlahi dinlerin yanında zaman zaman doğu inaç sistemleri kamusal alanda gündeme gelir. Amerikalı film yıldızlarının Dalai Lama’nın etrafında toplanmalarını buna örnek olarak verebiliriz.

Doğu belki de anlaşılması imkansız rasyonel yaşama aykırı, coğrafi-kültürel alan. Bu nedenle batının doğu tanımlaması içinde, biraz da etnosantrizm vardır. “Her yönüyle gelişmemiş bir medeniyet dünyası”.

Bizler doğu mu? Yoksa batı mıyız? Bu sorun hala güncelliğini koruyarak tartışılmaya devam ediyor. Bize göre doğu neresi? Batı neresi? Bizim duruşumuz nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bu sorulara yanıt aramanın ötesinde ne olmak istediğimiz önemli. Bizler doğu ile batının kesişme noktasında durduğumuza göre her iki yönün özelliklerini çok iyi bilen kavrayan bir zihniyete sahibiz. Doğulu değiliz. Fakat doğudan geldik. Batılı değiliz. Fakat yüzümüz batıya dönük.

Varolan bu durumun en iyi şekilde hayata geçirilmesi sanırım kültürün en önemli parçası sanatta görülmektedir. Yarattığımız eserler özgünlüğünü korurken biraz doğuyu, biraz da batıyı çağırıştırıyor. Tarihin süzgecinden akıp gelen birikimi, sahip olduğumuz bu zenginlikleri kullanmasını ne yazık ki hala öğrenemedik.

Binlerce yıl öncesindeki yarattığı uygarlıkla, hala kendi alanında hegomonyasını sürdüren bir Yunan Uygarlığını düşünelim. Kendi dışındaki tüm uygarlıkları “gölgeleyerek, üzerini örterek” gücünü ilan etmiş. Her alanda geçmişe yapılan göndermelerde Yunan izlerine ulaşıyoruz. Hala günümüz felsefi görüşlerinin temeli Yunan filozoflarına dayanıyor.

Dar alana sıkışmış Yunan uygarlığının, devasa Mısır uygarlığını nasıl gölgelediğini anlamak güç… Sonsuzluğu ve yüceliği bünyesinde barındıran Mısır yaşamı, nasıl olur da rasyonel yaşam alanına hapsolmuş Yunan uygarlığı karşısında pasifize edilebilir. Mısır uygarlığı bilinen en eski uygarlıklardan biridir. Bunun yanında Mısır sanatı günümüz sanatçılarına esin kaynağı olmaya devam etmektedir. “Evrenle bütünleşmek, sonsuzluk” uygarlığın bilinen temel özellikleri ve felsefi dayanağıdır. Tüm Mısır uygarlığı insanın makrokozmos içindeki önemli yerine işaret eder. Felsefesinde doğanın açıklanmasının ötesinde tanrısal gizemler ön plandadır. Ölüler kitabı, Piramit labirentlerindeki tuzaklar vd. hala gizemini korumaktadır.

Müziği bugüne gelinceye değin çeşitli evrelerden geçmiştir. Ölüm müzikleri (Requem), ve dans-tören müzikleri İ.Ö. 2500 yıllarına kadar uzanır. Tutankhamon’un mezarında bulunan altın ve gümüş trompetler müzikal yapının durumu hakkında ipuçları verir.

İkanografik çalışmalar Mısır müziğinin dönemine göre oldukça gelişmiş olduğunu ve diğer bölgeleri etkilediğini göstermektedir. Müziğin Mısır yaşamında önemli bir yerinin olması nedeni ile küçük çaplı orkestraların kurulduğunu bugün yapılan araştırmalar kanıtlamıştır.

Resim sanatı ise bir başka dünyadır. Sonsuzluğun ve evrenin sembolize edildiği heykeller resimler. Gizemin en belirgin örneklerini bu alanda görmek mümkündür. Müzik soyut yapısı nedeni ile bu sonsuzluğu resim-heykel kadar verememektedir.

Mısır yaşamı ve felsefesi, bir başka değişle Mısır’ın öteki yüzü resim ile resmedilmeye çalışılmıştır. Plastik sanatlar alanında Mısır hala cazibesini korumaktadır.  Mısır sanatı ve uygarlığı konusunda her ülkede önemli çalışmalar yapılmaktadır. Biz de ise bu konunun önemi hala anlaşılamamıştır.

Bir diğer önemli uygarlık ise Hint uygarlığıdır. Özellikle müzik alanındaki birikim müzikologların daima ilgisini çekmektedir.  Daha çok usta çırak ilişkisi içinde süren eğitim uzun yıllar alır. Öğretmen guru denir. Öğrenci gurusundan müziğin yanında Hint uygarlığı içinde şekillenen felsefeyi de öğrenir. Uzun çalışmalar sonucu başarılı olanlar ustalık mertebesine ulaşarak kendi başlarına sanat yaşamlarına devam ederler. Hint müziği tamamen çevresel koşullarda şekillenir.

Hint sanatının, özellikle müziğinin ilkeleri yabancılara göre “egzotik”, kendilerine göre ise ruhani ilkelere dayanır. Müslüman ve Hindu dinleri üzerinde şekillenen Hint uygarlığı günümüzde geleneksel yapısını korumakta ve sanatın ruhani yönündeki disiplin, inanç boyutuna sıkı sıkıya bağlıdır. Bu iki uygarlık batı sanatını, özellikle müziğini etkilemeye devam etmektedir.

Biz kültür olarak tüm bu uygarlıkların kesiştiği noktada kendi temellerimiz üzerinde şekillenecek sanatımızın tohumlarını ekiyoruz.



5 Mart 2013 Salı

    

 İstanbul'da Plastik Sanatlar ve Müzik                                    

                                                                    Vural Yıldırım-Müzik Bilimci

Plastik sanatlarda, özellikle resim alanından dostlarımızla zaman zaman bir araya gelerek sanat üzerine konuşuyoruz. Başlangıçta ressam ve müzisyenler arasında nasıl bir diyalog olacağına kuşku ile bakılmıştı. Bunu ben de çok doğal karşılıyorum. Resim ve müzik; 18. yüzyıla kadar tamamen birbirlerinden bağımsız, aralarında herhangi bir ilişki olmayan iki sanat dalı. Oysa şimdi görüyoruz ki, özellikle son yüz yıldır, resim ve müzik arasında her şeyden önce “dil” bağı kurulmuş. Bu bağ iki alanı birbirine eklemleyerek neredeyse yeni bir sanat alanı üretecek. Ressam ve müzisyenin konuşmalarındaki terminolojinin benzeşikliği, kimin hangi alandan olduğunu ayırt etmemizin zorluğu ile daha kolay anlaşılmaktadır.

Resmin dili müziğin dili ile, müziğin dili resmin dili ile ifade edilebiliyor. Örneğin, “senfoni” kavramı resimde, “renk” kavramı müzikte çok rahat kullanılmakta.



YALAN/Sanat Konuşmaları
76 Sayfa
0212 243 17 27


Ahmed Adnan Saygun’un pek bilinmeyen Yalan-Sanat Konuşmaları kitabı adlı 64 yıl sonra yeniden yayınlandı…
Ahmed Adnan Saygun’un 1943 yılında Ulus Gazetesinde yazdığı yazılardan derleyerek ilk defa 1945 yılında yayınladığı ve çoksesli müzikte ulusalcılıkla ilgili söylemlerini “Ben temsillerle söz söyleyeceğim” diyerek betimlediği bu kitabı, Müzikolog Seyit Yöre tarafından yayına hazırlanarak Bağlam Yayınları Müzik Bilimleri Dizisi içinde yeniden yayınlandı. Yalan-Sanat Konuşmaları, Bağlam Yayınları’ndan daha önce yayınlanan Biyografya 5-Ahmed Adnan Saygun adlı çalışmadan sonra Ahmed Adnan Saygun’la ilgili ikinci kitaptır. Yalan-Sanat Konuşmaları, Saygun’un görüşlerinin yanı sıra Seyit Yöre’nin çeşitli açıklamalarıyla da desteklenmiştir. Yalan-Sanat Konuşmaları, sadece müzik alanını değil, Ahmed Adnan Saygun’un işlediği konular itibariyle, Edebiyat, Felsefe, Tarih, Sanat Tarihi ve Sosyoloji gibi birçok alana da fikir verebilecektir.


Yerellik ve Müzik
Vural yıldırım-müzikbilimci


Sanat her zaman yeni bir başlangıçtır. Hangi sanat dalı olursa olsun, eserlerin zamanı yoktur. Onlar geçmişten bu günden ve gelecekten izler taşırlar. Müzik bu alanda belki de en şanslı olanıdır. Gerçi müziğin kayıt altında olmaması, onu uzay boşluğunda “yok olmaya mahkûm eder” gibi düşünülmesine yol açsa da, sesler her daim varlığını sürdürür.

Resimler tual üzerinden bizlere seslenirken, sanki alay eder gibidirler. Renk ve biçimler bize dayatılan kompozisyonlardır. Zamanın tanıklığına renklerin armonisi kanalı ile şahit oluruz.
Ressamın tual üzerine hapsettiği dünya tasarımı, bizlere sadece ironik göndermelerde bulunur.

Müziğin doğasında ise durum daha karmaşık ve bir o kadar da naiftir. Müzik bizlerle sadece sesler kanalı ile iletişim kurmaz. Aynı zamanda irrasyonel dünyamızda da imgeler yaratmamıza yardımcı olur. Böylece müzikal kompozisyonlar, ikinci bir boyutta kafamızda yeniden şekillenir.

Sanatın işlevselliğine inanan biri olarak yaşamın her alanında olması gerektiği kanısındayım.
Sanat yaşamımıza ne kadar nüfus ederse, insanlar arası iletişimin boyutları da bir o kadar çoğalır. Bu konuda en büyük sorumluluk yerel yönetimlere düşüyor. Artık sanat alanındaki etkinlikleri sadece devletten beklemenin doğru olmadığını biliyoruz. Yerel yönetimler ve STK’lar ne kadar aktif olurlarsa, müzik, resim, tiyatro, sinema vd. alanlar daha üretken ve dinamik olacaktır.
Müzik konusunda özellikle Küçükçekmece Belediyesi ciddi atılımlar yaparak dinleyiciyi memnun etme çabasında. Gerçi sanatın tüm dallarında etkinlikleri olmasına rağmen kendi alanım olma nedeni ile bu konuda daha hassasım. Müzik etkinliklerini icra ve eğitim olarak iki yönlü sürdüren Küçükçekmece Belediyesi, geleceğin müzisyenlerini ve müzik dinleyicilerini hazırlama açısından da önemli çalışmalara imza atıyor. Küçükçekmece Müzik Akademisi bu alanda atılan en önemli adımlardan sadece bir tanesi. İTÜTMDK işbirliği ile başlatılan proje, müzik alanında yetenekli gençlerin kendi kabuklarından kurtularak, sahnelere yönelmeleri konusunda teşvik edici olması bizleri sevindiriyor.

Küçükçekmece Belediyesi Oda Orkestrası ise başlıbaşına ulusal düzeyde müzik kültürü açısından önemli bir adım. Orkestranın en önemli misyonu, Türkiye müzik kültürünün gelişiminde kaynak olan türlerin harmanlandığı repertuar ile dinleyici karşısına çıkmak. Sanat özellikle müzik toplumsal dinamiklerin yoğunluğu arasında filizleniyor. Dünyanın durumuna baktığımızda, “müzik neden bu kadar önemli ve gerekli?” sorusu biraz daha anlam kazanıyor.

Belediyelerin müzik eğitimine yönelmeleri, toplumsal alandaki yaşam düzeylerinin gelişimine katkı sağlarken, aynı zamanda zihinsel olarak da ihtiyaç duyulan bireylerin hazırlanmasında katalizör işlevini sağlıyor. Müzik dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de temel ihtiyaçlar arasında algılanıyor. Sabah başlayan etkinliklerimizin her anında neredeyse müzik bizimle birlikte varlığını sürdürüyor. Kitap okurken, film içinde, yemek yerken, alışverişlerde vd. tüm alanlarda müziğin bizi gölge gibi takip ettiğini görüyoruz. Yoğunluğunu bu kadar hissettiğimiz müzik acaba bizim için “nesne mi yoksa öznemi?” sorunsalı hala tartışılan bir konu. Bu sorunun yanıtını vermektense okura bırakmak ve biraz da dinlemek yerine düşünmek…




4 Mart 2013 Pazartesi


      DOĞANIN TUALDEKİ SERANADI
                                                                                                   Vural Yıldırım-Müzikbilimci                                                                                            

Bursa doğumlu Fatih Sarmanlı, kendi kuşağı içinde ayrı bir yerde durur. Eserlerindeki dinamizm ve durağanlık zıtlığı, doğduğu şehrin atmosferinden kaynaklanır. Picasso’nun kübik altyapısını hazırlayan İspanya köyleri gibi Sarmanlı’nın kaynağı da Bursa ve Anadolu’ya dayanır.

Sanatçılar kendi eserlerinde kendileriyle çatışır. Sürekli “benlik “ eserlerin ruhunu belirler. Ruh sonuçta eserlere yansıyarak mühürlenmiştir. Sanatçı hangi akıma ait olursa olsun, hangi teknikle çalışırsa çalışsın, özgünlüğünü belirleyen yapıta yansıyan “ruh”tur.

Sarmanlı yapıtları arasında varolan en belirgin özellik, doğanın gizemli yanının aktarmak istediklerine gönderme yapmasıdır. Doğa bir mekan, aynı zamanda boşluğa açılan kapıdır. Boşluk ait olmanın ötesinde, “araf” gibi üzerinde en çok  konuşulan kavrama dayanır. Arada olmak, boşlukta olmak ya da mekanın içkin yapısına karşı durmak.

Estetik Sarmanlı’da yoğunlaştırılmış bir hale dönüşür. Bu süreç renklerin birbirleriyle olan uyumundan yola çıkarak, soyutlaşmaya yönelir.  Soyut olan artık uzlaşmaz çelişkileri özümseyerek, yeni bir kavram yaratma, izleticiye özgür beğeni sunmaya hazır boyalarla dolu palete dönüşür. Metaforik yaşam alanının doğadaki görselliği, mutlak genellemelerden uzak, realist perspektiftir. Yanılsamalar; illizyonik algılamalar değil, renk cümbüşünden yaratılan serenaddır.

Yapıtlar üzerindeki ritmik katmanlar, müzikal kesikleşe biçemin izdüşümüdür. Her fırça darbesi, senkronik müzikal motifteki konsananslardan beslenir. Yapıt sahibinin müzik beğenisi, tualde yansıyan armonik göndermelerle bütünleşir.

Bir sanat insanıdır sarmanlı, aynı zamanda hümanist. İyi bir sanatsever, gizli bir eleştirmen. Entelektüel yanını resimlerdeki fırça darbelerinde gizlemiştir. Kendisi ile yapılan sohbetler onun ve genel sanat tarihine yapılan bir yolculuktur. Birikiminin farkındadır. Bir o kadar da mütevazi…
                                  
                                                                                              

SAYGUN’A SAYGI


                                                                                     VURAL YILDIRIM-Müzikbilimci


Sanat eğitimi almış bireyler olarak hepimiz, sanatsal düşüncemizi geçmişin üzerine oturtuyoruz. Müzik sanatı, yüzyıllardır süregelen birikimin ürünü olarak çağımızda yeniden şekilleniyor. Geldiğimiz noktadan geriye baktığımızda, müzik tarihinin onurlu sayfalarını dolduranların, bizlere sağladığı katkıların farkına varabiliyoruz.
            Müzikal kültürün, bir dönemde, bir günde ortaya çıkmadığını söylersek yanlış olmaz. Tarihin derinliklerindeki üretim sancıları, sevinçleri, sıkıntıları hala yaşanıyor. Tarihe olan bağlılığımız ve onu farklı algılama biçimlerimiz bizlerin farklı türlerde ürünler vermesine neden oluyor. Böylece müzik eserleri gruplaşmaya,  gruplaşmalarda ekolleşmeye, stillere, türlere kaynaklık ediyor. Müziğin tarihinde ve günümüzde ele alınıp anlatılması, yazılması, incelenmesi için çabalayanlar, müzikoloji - etnomüzikoloji alanlarını yarattılar. Bu disiplinler artık müzik bilimleri olarak biliniyor.
            Türkiye de müzik bilimleri açısından şanslı ve bir o kadar da şanssız bir ülke. Şanslı çünkü, zengin bir müzikal coğrafi alan üzerinde. Şanssız çünkü müzikoloji çalışmalarının kısırlığı hala aşılamadı…
            Müzik bilimleri çalışmalarında önemli isimlerimiz var. Bunlardan A. Adnan SAYGUN doğumunun yüzüncü yılı (İzmir-1907) nedeni ile 2007 yılında paneller, konserler vd. etkinliklerle anıldı. Yeniden gündeme taşlındı. Genç müzisyenlerimize tanıtıldı.
            Besteci yönü ile bilinen Saygun, müzik bilimlerindeki çalışmaları ile aynı zamanda müzikolog ve müzik kuramcısı olarak tanınır. Din bilimi ile ilgilenen ailesinin bu yönü kendi müzikal felsefesinin temellerini oluşturmuştur. Eserlerinde insan, mistisizm temaları ön plandadır. Buna en güzel örnek Yunus Emre Oratoryası’dır.
            Babası matematik öğretmeni olan Saygun için eğitim kaçınılmaz yoldu. İlk müzik derslerini okul yıllarında müzik tarihinin gizli kahramanlarından İsmail Zühdü’den almıştır. Daha sonra piyano çalışmalarına başlayan Saygun, Birinci Dünya Savaşı günlerinin karanlık atmosferinde müziği bırakmamıştır. Savaş günleri kendisinde önemli izler bırakmış ve “ ölüm, yaşam, insani değerler” konuları iyice kendisini göstermeye başlamıştır. Fransızcayı kendi çabası ile öğrenmiş ve piyano ile eşlik çalışmalarına başlamıştır.
            Babasının kendisini düzenli bir işte çalışıyor görmek istemesi sonucu, birçok iş denemesi olmuş, fakat sonunda müzik aşkı ağır bastığı için tüm işleri bir kenara bırakmıştır. İzmir Lisesi’nde müzik öğretmeni olarak göreve başlar. Daha sonra yurt dışına müzik eğitimi almak üzere gider. 1928 yılında Paris’te Schola Cantorum’da müzik eğitimine başlar. Çok yönlü müzik eğitiminin sonunda 1931 yılında yurda döner. Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nde kontrpuan ve teori dersleri vermeye başlar. Riyaseti Cumhur Orkestra Şefliği yapar.
            1934 yılında İran Şahı’nın ülkemizi ziyareti sırasında, Atatürk’ün genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışmalarını sergilenmesi isteği nedeni ile Saygun’dan bir opera istenir. Bir ay gibi kısa bir sürede İran Şahı’nın ziyaretine Özsoy operası yetiştirilir ve sergilendiğinde büyük beğeni toplar. Bu olay Türk müzik tarihinde ilklerdendir.
            1939 yılında Halkevleri müfettişliği yapar. Müziğin kültür ile olan ilişkileri daima ilgi alanıdır. Folklor ve etnografya, etnomüzikoloji çalışmalarını daima sürdürür. Bir milletin müziğinin temellerinin halk müziği ile paralelliğini savunur. Bu konuda kendisi gibi düşünen Mahmut Ragıp Gazimihal de aynı yönde çalışmaktadır. Halk müziğinin koyu bir savunucusu ve araştırıcısı olan Saygun, eserlerinde halk müziğini soyut bir biçimde kullanır. Yunus Emre Oratoryosu müzikal anlayışının ve felsefi görünüşünün somut örneklerindendir.
            Cumhuriyetin ilanından sonra başlatılan müzik çalışmalarında önemli bir sembol olan Saygun, 1991 yılında aramızdan ayrıldığında, ardında çok değerli ve önemli eserler bırakmıştır.
            Eserlerinden bazıları: Yunus Emre (oratoryo), Taşbebek (oratoryo), Manastır Türküsü (koro), Üç Ballad (şan ve piyano), Bir Orman Masalı (orkestra için bale müziği), Halay (orkestra), Keman Konçertosu.
            Yayınları: Musiki Nazariyatı (dört cilt), Türk Halk Musikisinde Pentatonizm, Yalan /sanat konuşmaları(Bağlam Yayınları Müzik Bilimleri Dizisinden Seyit Yöre’nin güncellemesi ile yeniden yayınlandı) .
A.      Adnan SAYGUN hakkında çok sayıda tez ve bitirme ödevi yapılmıştır.  


                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...